Salim yorulmuştu. «Bu, çok uzun oluyor, Hikmet amca. Öğretmen, benim yazmadığımı anlayacak.» Hikmet, kaşlarını çattı: «Ülkemizin insanları yorulmaz. Biz, gecekondularda,
yorulmaz insanlar yetiştiririz. Onları nereye göndeririz bakalım?» Salim, kıkır kıkır güldü:
«Çok komiksiniz Hikmet amca.» Hikmet, ciddiyetini bozmadı: «Bizde, daha çok şey
yetişmiştir. Ülkemizin sözü, bu kadar çabuk bitmez. Sen yazmana devam et bakalım.»
«Kalemimin ucu bitti.» Hikmet, çekmecesinden, dünya küreli bir kalemtıraş çıkardı: «Al bakalım, iyice sivrilt ucunu; sakın kırma ama.»
«Ülkemiz, büyük adamlar da yetiştirmiştir. Nokta çizgili sınırlardan, beyaz köpüklerle başlayarak tıpkı hari-talardaki gibi rengi gittikçe koyulaşan denizlere kadar; derin deniz yaratıklarına benzeyen göllerden, üzerlerinde yükseklikleri yazılı beyaz dağ doruklarına kadar ülkemiz, bir zamanlar canlı ve yaşamış irili ufaklı büyük adamlarla doludur. Hemen hepsi bugün birer heykel olan bu büyükadamlar, ülkemizi bir baştan bir başa kaplar. Ne yazık ki, haritaların ölçekleri elverişli olmadığı için, bu heykelleri gerçek yerlerinde göstermek mümkün olmamıştır. Tarım ürünlerimizi gösteren bazı haritalarda, belki de dört şehir büyüklüğündeki portakallarla, ayakları ve sakalları il sınırlarından taşan tiftik keçilerinin yanında bu heykelleri de göstermek iyi olurdu. Büyük adamlarımız, ülkemizin önemli ürünlerinden biridir. Fabrikalar gibi, bu büyüklerin heykelleri de ülkemizin üstünde yeterli sayıya ulaşamamıştır.