Bir veba ki milyarlarca insanı yok ediyor, bir uygarlığın çöküşüne sebep oluyor. Ve insanlık hayatta kalmak için canla başla mücadele ediyor. Tabii birde insanın acımasız ve korkunç yanı da ortaya çıkıyor...Şehirler, insanlar yok olurken hayvanlar köşe bucak dağılmış vaziyette. Hızla bulaşan ve bulaştığı herkesi en geç iki saat hayata tutan bir hastalık "Kızıl Veba"
Adımını nereye atsan cesetler, şehir yağmalanmaya mahkum ve her yer yangın yeri. Olay profesör ağzından anlatılıyor ve profesör de bizzat o salgını yaşamış, sağ bir şekilde kurtulabilmiş. Tüm bunlara şahit olmanın verdiği hüznü yaşıyor, anlatışındaki kıvranışı net olarak gösteriyor.
Her taraftan yükselen yardım çığlıkları ve bunlara fazlasıyla tanık olmanın insanın kalbini taşa çevirdiğini söylüyor profesör. Ne acı değil mi?..Bir uygarlık çöküyor ve herkes sadece kendi için yaşıyor, yaşamak zorunda kalıyor. Hızla yayılan bu veba sana kaçmak firsatını bile vermiyor. Her yerde seni bulabiliyor; evde, sokakta, işte...Böyle bir hızla yayılım varken kurtulabilmek ne büyük şans ama demi? İşte bu şans profesöre nasip oluyor ve diyor ki "Milyonda bir şans bana vurmuş" Gerçekten de öyle...
Ayrıca profesörün bu vebayı torunlarına anlatırken torunlarının onunla dalga geçmesi ve anlamakta zorlanmaları da kuşak çatışmasıni gözler önüne seriyor.
Kitabı beğendim fakat böyle bir salgının daha geniş çaplı ele alınması taraftarıydım. İnsanlarda bıraktığı izleri daha çok okumak isterdim. Yani kısa olması biraz hoşuma gitmedi tabii...Ama genel itibariyle hoş ve okunur. Keyifli okumalar dilerim;))