Hergesell ailesi işlemediği bir suç nedeniyle işkence görür ve ölümle tehdit edilirken, parti üyesi yaşlı Persicke işlediği bir suçtan aklanabiliyordu.
Polis ya da komiserin bir tutuklunun başına vurup adamı yaralaması ve bu kişinin sonra yaşamını yitirmesi, sarhoş doktorun yaralıları tedavi edemediği için o insanların ölmesi suç değildi. Fakat bir papazın bir intiharı engelleyememesi suçtu ve cezası çekilmeliydi.
Bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.
Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyor gibi olmuyor mu?
Dayak yiye yiye bu şehirde yaşamayı öğrenecekti. Hep tetikte olacaktı. Yasaktı dalgınlık. Daldı mı, büyük şehir insanı kornalar, çanlar, küfürler, gıcırtılar, çarpmalarla kendine geliyordu.
Dilencinin niye beş gün gelip iki gün gelmediğini, niye hep bu vakit burada olduğunu artık biliyordu. Güldü. Yaman adamdı bu dilenci. İnsanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu.
Din, kuşkusuz inanmakla ilgili ve inananla inanılan arasında kalması gereken bir kurumdu. Üzerine tartışmak kırgınlıktan, kızgınlıktan, yıkımdan başka hiçbir işe yaramazdı.