Abdulmuttalib, Peygamberimiz (a.s.m)’ı almadan hiçbir yere gitmiyordu. Küçük yaşta olmasına rağmen birçok konuyu Peygamberimiz (a.s.m) ile istişare ediyordu ve onu çok seviyordu.
Bu sözlerden sonra Âmine annemiz gözlerini dünyaya kapadı. Dadısı Ümmü Eymen Peygamberimiz (a.s.m)’ı teselli etmeye çalıştı. Daha sonra da Âmine annemizi yakınlarındaki Ebva köyüne götürerek defnetti.
Âmine kendisini yakalayan bu hastalıktan kurtulamayacağını anlayınca Peygamberimiz (a.s.m)’ a: “Ey Allah’ın yardımıyla o dehşetli ölüm okundan yüz deve karşılığı kurtulan babanın oğlu! Şayet rüyamda gördüklerim doğruysa sen ikramı bol olan Allah tarafından bütün varlıklara peygamber gönderileceksin. Onlara haram ve helali bildireceksin. Sen atan İbrahim (a.s)’ın getirdiklerini tamamlayacak ve Allah’ın yardımıyla putlardan ve putperestlikten korunacaksın. Her canlı ölür, her yeni de eskir. Evet, ben de öleceğim ama ismim bâki kalacaktır. Zira ben, tertemiz bir evlat dünyaya getirdim; arkamda hayırlı bir yâd edici bırakıyorum.”
Yolculuk esnasında Âmine’nin hastalığı iyice arttı. Ebvâ adındaki köye yaklaştıklarında artık yürüyemeyecek hâle geldi. Bir ağacın altında mola vermek zorunda kaldılar.
Âmine Medine’de, akrabalarının yanında, bir ay kadar kaldıktan sonra onlarla vedalaşarak oğlu ve onun dadısı Ümmü Eymen ile birlikte tekrar Mekke’nin yolunu tuttu.
Medine’ye, Abdullah’ın kabrinin başına, geldiklerinde hem Âmine’nin hem de biricik oğlu Muhammed (s.a.v)’in gözlerinden düşen damlalar kabir toprağını suladı.