Keyif ve biraz da sızıyla okuduğum bir kitap oldu. Anlatması okumasından daha zor.
Pek çok karakter var kitapta. Hepsinin anlatısı kendi zaman algılarının sınırlarına çarpıyor. Bir oyunun içine hapsolan Popielski (bu zar oyunu dünyanın yaratılışını temsil ediyor), deli diye etiketlense de doğa anaya ait bir kadın olan Başak, gerçek yolunu bulamayan Pawel ve daha pek çoğu; bazen tanışarak, bazen hikayelerini ortak kılarak, bazen birbirlerine teğet geçerek ilerliyorlar zamanda. Zaman ise doğrusal aktığı halde yarattığı karakterlerle onu bükülebilir de kılmış yazar.
Büyülü gerçekçilik öğelerine de rastladığımız eserde ölüm, yaşam, ölümün yaşamı (evet evet ölümün yaşamı), varoluşun amacı, önlenemez düşüş ve çürüyüş hem karakterler hem dünya tarihinin geneli üzerinden anlatılıyor.
Bir Polonya kasabasında geçiyor hikaye. Dünyadan soyutlanmış ve fakat dünyanın tüm zehrini içine akıtabileceği bir kasaba bu. Yıkımları, doğumları, savaşları, acıları, ölümleri, kötülüğü, şefkati saklıyor göğsünde.
Nesnelerin de bu hikayede yeri bambaşka. Bir kahve öğütücüsü sadece bir kahve öğütücüsü değil mesela. Kimi zaman dünyayı toz duman eden bir makine. Bitkilerin ve hayvanların yeri de keza öyle. Bir köpek olmayı algılamak, bir ağaç olmayı algılamak nedir, hissediyoruz satırlarda.
Alt anlamların bu kadar fazla olmasında yazarın psikolog olmasının etkisi büyüktür sanıyorum.
Üç nesil, iki savaş ve bolca iade edilmesi için gönderilen mektup içeren bu kitap, okunmaya değer.