Dilek Hayta

Dilek Hayta
@okurbildiginiokur
* Arşiv amaçlı açılan hesap...
Sosyal Bilgiler Öğretmeni
Yüksek lisans
İstanbul
Ankara, 17 November 1990
1030 reader point
Joined on January 2019
... Karamanoğlu diyarına. Mehmet Bey altı yıl evvel Türkçeyi resmi dil ilan etmiş. Çarşıda pazarda, dergahta bargahta, handa ve sarayda Türkçe konuşulmasından bahtiyarlık duydum
Reklam
Bozkır insanı gülümsemeyi hatırladı.
Gök kubbeye hangi sıkıntı gelmiş de sonu feraha erme­miş; o yıl bozkır kederlerden sıyrılıp iki sevinci birlikte yaşadı. İlkin, birkaç yıldır yağan bereketli yağmurlar sa­yesinde toprak coştu ve zenginlik her yanı kuşattı. Sonra da her yanda irşat vazifesi yapan gönül erleri, dervişler, ahiler, bacılar çoğalıp teselli ile birlikte hayata çekidüzen verdiler. Çok şükür Çekikgöz'ün çoğu İslam ile tanıştılar; düşmanlıklar ve şiddet azaldı. Türklerle Bizans arasında yapılan son savaşı Türkler kazandı. Türk boylarından bir­ kaçı daha istiklallerini ilan edip beylikler kurdular. Eşkı­yanın sayıları azaldı; emniyet ve huzur yayılmaya, velha­sıl bozkırda hayat ırmağı tabii yatağında akınaya başladı. Yolculuklar, haberleşmeler ve insani münasebetler emni­ yet buldu. Bozkır insanı gülümsemeyi hatırladı.
"Bizim ailede hikayeyi erkek­ler yazar, kadınlar çocuklarına anlatır Horasanlı!"

Reader Follow Recommendations

See All
Allah'ım, sen bana beni onunla öğret, bana kendimi onunla buldur. Ben ben değilim artık, benden öte bir ben için varım, benden içerü bir ben için . . .
Bir eşi­ğe yaslanmayınca karın doymaz, bir yuvaya konmayınca kanat çırpılamaz!..
Reklam
Mekan olarak ya­kında olmakla gönül olarak yakında olmak çok farklıydı.
O yıllarda bozkırda hala babaların yolundan gider, hali­felerinin dediklerini yapar Türkmen boyları vardı. Bun­lar, elli yıl kadar önce bozkırı dolaşarak şamanlıktaki eski kam ve şifacılar gibi davranan babaların takipçileriydiler. İslamiyet'in akait ve amel kısmıyla fazla ilgilenmezler, şaman adetlerine göndermeler yaparak iyi niyetli ve saf Türkmen obalarını gezer, kendilerine taraftar toplarlar­dı. İsyan çıkardığı için Selçuklu sultanı tarafından idam ettirilen Baba İlyas'ın adı, bu babaların en ünlülerinden idi. Babam onun, sıkıntılarından kurtulmak isteyenler ile dertlerine deva arayanların umudu olduğunu söyler­di hep. Anlattığına göre daima gözü yaşlı, üzgün çehreli duran zayıf vücutlu bir adammış. Kısık sesle konuşur­muş ve Türkmenlerin pek çoğu ona peygamber gözüyle bakarlarmış.
Pişmanlığım, bilmezlikten. Değer bilmezlikten ve hakikati bilmezlikten... Okuma yazmam var iken haki­kati bilememiştim. Bilmem zikri çekmek beni hamlıktan kurtarmamıştı. Belli ki hakikat henüz bana kapısını açma­mıştı. Ömrüm, ecel elbisesini dokuyan çakşırcılar misali gönül kitabına nakış çizmekle geçmişti. Bu ne dert idi, derman bilinmezdi; ya bu ne yare idi zahmı belirmezdi. Kenan ilinde Yusuf'u yitirmiş gibiydim, Yusuf'u bulsam Kenan bulunmazdı. Aşk pazarında canlar satılıyordu da, satılık canımı alan bulunmuyordu.
Düşünsene; bir kapıya ikinci defa gitmek... Kaçtığın, terk ettiğin yere geri dönmek... Elveda demediğine dönüp merhaba demek... Çok zordur, çook... Tapduk eşiğine can atıyorum ama utancım ayaklarımı oyalıyor. Bozkır geniş mi geniş... Yol çetin mi çetin... Umutlar kayıp mı kayıp...
Müritlerin dediklerine göre Ahi Evran Hazretleri de aynı şekilde çalışıyormuş. Kapadokya yöre­sindeki Hıristiyanların pek çoğu, bu ikisinin nasihatleri sa­yesinde İslam'a giriyorlardı. Hacı Bektaş Hazretleri kapısı­na gelen herkese yolunu özetliyor, " Eline, diline, beline!.." diyordu. Bu kelimelerin ilk harflerini kullanarak " edeb" di­yordu. Edebin insandaki en değerli meleke olduğunu, onu kötü hal ve hareketlerden vazgeçirdiğini söylüyordu. Boz­kırın her zamankinden ziyade edebe ihtiyacı olduğu bir zamanda yapıyordu bunu. Sık sık "Edeb ya hu !" hitabıyla sesleniyordu. Sanki edeb duygusu dergaha bir resmiyet veriyordu. Garip olan ise, sevgi ve dostlukta resmiyetin yeri olmayışıydı.
Reklam
Bazı toprak ağaları ile birkaç soysuz işbirlikçiyi hariç tutarsak boz­kırda zenginlik Haçlı'nın tapınakçıları, Bizans'ın soğuk nefesleri ve Çekikgöz'ün süvarilerine, yoksulluk ise Türk ve Rum köylerine kapılanıp kalmıştı. O kadar ki, artık kümesinde bir tek tavuğu olan aileler o tavuğu güderek besliyor, açlıktan midesi karnına yapışmış birileri çalıp kesmesinler diye başında nöbet tutuyor ve günde verdiği bir yumurta ile gelin hanımın yeni doğan bebeğini besle­meye çalışıyorlardı.
Sitare'nin doğru tespitlerde bulunduğuna inandım. En sonunda, "Denge madde lehine bozulunca insanın nefsi, mana lehine bozulunca da ruhu öne çıkıyor, biri diğerini bastırıyor Can Yunus!" dedi elimi tutarak, sonra devam etti, "Bazı insanlar maddeye çok düşkünlük gösterdikle­rinden manadan uzaklaşıyor, bazıları da maddeyi önemsiz bulduklarında veya sahip olamadıklarında mana kapısını aralıyorlar. Sen ve ben Can Yunus, sen ve ben, kader def­terinde inşallah mana kapısına yazılmış olalım!"
Erenler zincirinde Kırşehir'de Ahi Evran'dan sonra köyümüzde en ziyade adı anılan şeyhti Aslanlı Hacı Bektaş. Adını söyleyenler, sonuna bir de "Veli" lakabını ilave ediyor ve buna da inanıyorlardı. Dergahında beslediği aslan ile ceylanı görenler; huzurun­ da bir ceylan ile bir aslanın barış içinde yaşadığını her yerde anlatıyorlarmış. " Aslanlı Hünkar" denilmesi bundanmış. Bozkır insanının en muhtaç olduğu şeye, barışa o çoktan hükmediyormuş.
Bana, " Yunus!" dedi, parmağını kal­bimin üzerinde gezdirerek, "Burası kalbinin en değerli ye­ridir. Burada siyah bir nokta vardır. Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta, yoğun bir damla kandan iba­rettir. Adına 'süveyda' yahut 'sevda' derler. Siyaha çalan rengi yüzündendir bu isim. Çünkü sevda, kara talih için­ de, o kara kan damlasında büyür. Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda dalgalanıp çır­pınır. Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçala­rı bütün vücuda dağılır. Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa aşık artık ne yaptığını bilmez olur. " Bütün bun­ları bir yerden okur gibi söylemişti. Kimden dinlemiş ya­hut hangi kitaptan okuyup öğrenmişti elbette bilemedim. "Sevda, Yunus'um, sevda!.." diye devam etti sonra, yut­kundu ve mırıldandı: " O noktanın adına sevda demişler!.."
Gerçekte dervişliğe karşı idim. Atalet ve durağanlık hiç de benim ruhuma uygun değildi. Atala­rımdan devraldığım gelenek, babam ve dedemin dillerde dolaşan yiğitlikleri, bir gün benim de alp gazilerden biri olacağıma dair umutlarımı yeşertiyordu. Annem ninnilerini böyle söylemiş, daha çocukken babam bir alp gazi olacağımı defalarca tekrarlamıştı. Bütün çocukluk rüya­larım at sırtında cengaverliklerle doluydu. Bu yüzden dervişlik hiç de bana göre değildi. Ben, bir şeyler için daima mücadele etmeliydim. Mücadele azmi insanı zinde tutuyordu çünkü.
4,949 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.