Doğru zaman kaçırılmışsa, eğer insan bir şeyi kendinden bunca zaman esirgemişse, bir şey ondan bunca zaman esirgenmişse eğer, büyük bir güçle başlasa ve coşkuyla desteklense bile, artık çok geç kalınmış demektir.
Mesela biri ölür ve sen bunu anlayamazsın. Gömülür, hala bir şey hissetmezsin. Toplum içinde yas tutar, ağırbaşlı bir ciddiyetle önüne bakarsın ama evde esner, burnunu kaşır, kitap okursun; aklına ölmüş olan ve yasını tuttuğun kişiden başka her şey gelir. Dışarıya karşı belli bir duruş sergileresin, ciddi ve vakursundur. ama içten içe hayretler hiçbir şey hissetmediğini, olsa olsa suçluluk duygusuyla karışık bir memnuniyet ve rahatlama duyduğunu fark edersin. Ve kayıtsızlık, derin bir kayıtsızlık. Bu bir müddet böyle sürer; günlerce, hatta aylarca. Dünyaya kendini farklı gösterir ve gizli bir kayıtsızlık içinde yaşarsın. Ve sonra, çok sonra, bir yıl sonra, ölen kişinin burnu düştüğünde, bir gün sokağa çıkarsın, başın döner ve bir duvara yaslanırsın; çünkü anlamışsındır. Neyi mi? Vaktiyle seni ölen kişiye bağlayan duyguyu. Ölümün anlamını. Toprağı tırnaklarınla kazıyıp ondan kalan ne varsa çıkarsan bile bir daha asla gülümsemesini göremeyeceğini, dünyadaki bütün bilgelik ve kudret bir araya gelse onun, yani ölen kişinin sokakta karşına çıkıp sana gülümsemesine yetmeyeceğini. Ve ordu kurup yeryüzündeki bütün toprakları fethetsen, onun da bir işe yaramayacağını. İşte o zaman bağırmaya başlarsın. Ya da belki bunu bile yapmazsın. Sokağın ortasından bomboş bir kafayla kalakalır ve dünya anlamını kaybetmiş, dünyada yapayalnız kalmışsın gibi bir eksiklik hissedersin.