"Gel ey Malik'in oğlu! Seni rüyanda gördüğün o dolunay ile, O yolunu aydınlatacak nur ile, O hayat gemine kaptan olacak, rehber olacak, önder olacak insan ile tanıştırayım."(taberi,tarih,c.2,s.216)
Kendini halinden şikayet etmeye alıştırma!
Ömrünün sonuna kadar dövünsen bu hayatın cefasi tükenmez;kendine etmiş olursun.
........
Eh,bu dünya da unutulacak dünya zaten...
Kendinde herşeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak...Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek... Nihayet bütün bunları sisli bir havadaki ağaçlar gibi belli belirsiz, karışık bir şekilde hissetmek...
Bu uzun zaman dayanılır şeylerden değildi.
Bir zamanlar birbirlerinden ayrılmak, birbirlerini kaybetmek ihtimalinin korkusunu çekmiş olmasalar, belki de birbirleri için ne kadar kıymetli olduklarını hâlâ bilemeyeceklerdi...
"Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateșin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı... "
Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi İlk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz öldürmeye mecbur kalıyordu?... Niçin? Kimin için?..
Ömrünün bu en güzel gecesini, ömrünün bu en korkunç gününün takip etmesi mi mukadderdi?
Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler?
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?...