Yani aslında yaşadığı onca şeye rağmen Kuklacı' da sıradan bir adamdı işte. Sıradan olmak için verdiği emek öyle çoktu ki belki de bunu en çok hak eden kişi oydu. Dünyanın en dertlisi olduğunu hayal etmekten nefret ederdi. Kendisini aşağı, en aşağı görmekten ve bu aşağı görüşün gizli kibrinden iğrenirdi. Bacağı ona ne dezavantaj ne de avantaj olsun isterdi. Engelli, diye ayrı bir sınıfta, travmalı diye ayrı bir kategoride değerlendirilmek istemez değil, bu onun büyük korkularından biriydi de. O isterdi ki görünmesin. Kimse Kuklacı' yı bilmesin. Yanından bir insan seli aksın ve esip geçsin. O sadece marangozhaneye gitsin, masa yapsın, kukla yapsın, kukla satsın ve eve gelip babayı yıkasın. Tüm bu hayat bu küçük döngüde yuvarlansın gitsin. Kabus görmesin ama geceleri bir gün artık utanmasın, maskesi gezebilsin.
Sonra kâbuslarım, dengesizliğim, takıntılarım, birileri bana bakınca cildimde çıkan yaralar, sakalımı yolmalarım, dişlerimi gıcırdatmalarım, ansızın kusmalarım, saç dökülmelerim o kadar sıklaştı ki doktora gittim. "Kendini sev." dedi. Sevemedim ama bunun söylenmesi bile yetti. Sonra sofistime gittim, "Kendini tanı." dedi. Bu da iyi geldi. Tanısam sevmezdim kendimi ama bu sevişleri tanıyışları ayrı ayrı yapınca yaradı, iyi geldi. Cemiyete karışma yalvarışım biraz dindi. Kaçtım sonra, nefret ettim ve bu nefret bana iyi geldi. Maskeler yaptım, atölye açtım, herkesle arama onulmaz bir mesafe koydum. Bu mesafede kendi utancımı kendim yaşadım sessizce. Onlara tiksinç bir yalvarış ile sürünerek gitmek ve uzattığım dilenci tasıma acıyan salyalarının damlaması ve maskesizken maskeli suratımdaki o ezik, müteşekkir ifade artık yoktu. Nefret kalbimi büzüyor olsa da tüm diğer boğulma nöbetlerim geçti. Hiç değilse biraz uyuyabilir oldum. İnsandan kaçmak, beni iyileştirdi. İyileştikçe de kaçtım insandan