Ama babam özellikle zevklerimin artık değişmeyeceğini söylemekle, hayatımı mutlu kılacak olan şeyden söz etmekle, bana korkunç acı veren iki şüphe sokmaktaydı içime. Birincisi, ben her gün kendimi henüz el değmemiş, ancak ertesi sabah başlayacak olan hayatımın eşiğinde sayarken, hayatımın aslında başlamış olduğu, daha da önemlisi, bundan sonraki kısmının, öncekinden pek farklı olmayacağıydı. Aslında birinci şüphenin bir başka şekli olan ikinci şüphe ise, Zaman'ın dışında yer almadığım, onun yasalarına tabi olduğum şüphesiydi; tıpkı Combray'da, hasır çardağıma çekilip hayatlarını okuduğum zaman bu sebeple beni hüzne boğan roman kahramanları gibi. Dünyanın döndüğünü teorik olarak biliriz, ama aslında fark etmeyiz; üzerine bastığımız toprak hareketsiz gibidir, biz de rahat rahat yaşayıp gideriz. Hayatta Zaman için de aynı şey geçerlidir. Romancılar Zaman'ın geçip gitmesini anlaşılır kılabilmek için, yelkovanın dönüşünü delice hızlandırarak okura iki dakikada on, yirmi, otuz yılı geçirtmek zorundadırlar. Bir sayfanın başında umutlarla dolu halde bıraktığımız aşığı, bir sonraki sayfanın sonunda seksenlik, düşkünler yurdunun avlusunda günlük gezintisini güç bela tamamlayan, söylenen sözlere zar zor cevap veren, geçmişi unutmuş bir ihtiyar olarak buluruz. Babam benimle ilgili olarak, "Artık çocuk değil, zevkleri değişmez artık, vs..." demekle, ansızın Zaman içinde kendimi göstermişti bana...