Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

olivia

olivia
@olivia__
17 okur puanı
Ekim 2022 tarihinde katıldı
Sabitlenmiş gönderi
Nerede yorulur bir insan? Dünyada olup biten en olağandışı şeyler karşısında bile şaşıp kalma yeteneğini yitirdiğinde mi? Ben ki yorgunum ve hala gündüzün ardından gecenin nasıl geldiğine, kumlardaki şu çakıl taşlarının yüzyıllardır nasıl böyle kımıltısız, aynı yerde durabildiğine ve portakal ağaçlarının hala nasıl meyve verebildiğine şaşıyorum. Ama yorgunum. Toprağa yüzü koyun yatacak ve bundan hiçbir şiirsel sonuç çıkaramayacak kadar.
Reklam
Yağmur kaçkını, tufan delisi seni, ne kadar unuttuysam o kadar anımsıyorum şimdi, iyi mi? Düşüncelerim yağmur damlaları gibi -kimisi kuruyup gider, ırmaklara taşınır kimi. Hiç bu kadar yorgun olmamıştım. Defter, seni de hiç bu kadar yormamıştım. Gökyüzü nereye gitsem beni izliyor, toprak beni, su beni... Solgun bir gün, çocuklar oynuyor dışarıda. Birazdan büyük bir olasılıkla kapım çalınır ve açar bakarım kimse yok diye biri. Kimse yok! Böyle bir adam yok, burada hiç yaşamadı. Acının yüzü, ölümün yüzüne ekleniyor.
Zamanı oyan, tüketen bir sessizlik. Cırcır böcekleri bile sustu. Tek bir yaprak bile kımıldamıyor. Şaşkınlığın yitip gittiği böylesi anlarda en küçük bir devinimin bile bir anlamı olmalı. Doğanın da beş duyusu olduğunu düşünmek. Bugün hepsi de suskun, kör, sağır... Her ses kendi yankısı içinde yitip gidiyor, her dokunuş hemen ardından bir uçurum bırakmaya teşne.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Başa çıkamayacaklar. Yağmur tükürür gibi yağacak onların yüzlerine. Rüzgar boğazlarına kayaları tıkayacak. İçtikleri su donacak midelerinde. Taşlar taşa tutacak onları.
Ölüme karşı her zaman tiksintiyle karışık bir korku duydum. Onunla böylesine çok uğraşmam belki de bundan ötürü. Yaşam, bir kış gecesinin ayazına karışan bir soluk gibi çekiyor şimdi beni. O solukla, sönmeye yüz tutmuş bütün ateşleri üflemem gerek. Kentlerin ve anıların ömrü, hazan bir insanın ömründen çok daha kısa. Belleğin durmaksızın ıslak -ve üstelik kirli- bir bezle silindiği bu kargaşadan geride ne kalacak? Bu bir nostalji bile değil artık, çünkü yaşanmış bir şey üzerine kurulmuyor. İnsanın içindeki kimi eğilimleri değiştirmeden, yaşamı değiştirmeye kalmak - saçmalık burada. O zaman gerçek anlamda bir değişimi yaşamak değil, yalnızca bir nesnenin yerini başka bir nesneyle, duyguyla, düşünceyle değiş tokuş etmek durumunda kaldık. Her şeyin çoraklaştığı bu gibi yerlerde, kendi bedenimizde kimi kurtarılmış bölgeler bulmamız kaçınılmazdı aslında. Yağmur bir şeyleri silebildiği gibi, besleyebilir de. Anımsamak istiyorum şimdi, yalnızca anımsamak. Aklım tekmelenmiş bir sokak köpeği gibi uzun uzun uluyor. Bunun için ölümden böylesine çok söz etmek durumunda kalıyorum ve öylesine yaşamla doluyum ki, bir tek anının, bir tek yüzün, gülüşün bile ölmesini aklım almıyor. Yaşamım ölümün elinden kurtarılacak şeylerin bir toplamına dönüştü.
Reklam
Kitapların altını çizerek okumak, bir tarlayı sürmek gibi bir şeydi o zamanlar. Ben altı çizili yerler sözcük sözcük yanarken sokaklara çıktım ve gökyüzünden yağmur yerine kavramlar dökülüyordu. Şimdi bütün tanımları yitirdiysem, suç kimde? Kimse git demedi, kapılardan gözyaşları kovdu beni...
Yağmur yağacak, diyor içimde bir ses, yağmur yağacak ve bu dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Taş itecek alnındaki taşı. Ağaç özsuyunu yadsıyacak... Gökyüzü bir yumak halinde dökülüyor çatılarına evlerin bunun için. Bunun için bayat bir ekmek gibi ufalanıyor adına yaşam dediğimiz o şey; ufalanıp dağılıyor ve bir tanım arıyoruz ona, belki tek bir sözcük. Biri gelsin o sözcüğü kulağımıza fısıldasın ve bütün denklemler kavuşsun çözümlerine.
Adı konulmamış varlıklar, duygular, kavramlar hiçbir zaman benim olmadınız
Şimdi taşlarla, durgun sularla, yaprağını dökmüş dallarla kendimi bir tutmak işime geliyor.
Hiçbir şey bu kadar acı olamaz. Anlatımlar değil, yalnızca kalıplar, biçimler var burada. Dondurulmuş gülüşlerin sergilendiği bir tür galeri. Belki de yüzümü bu örneklerin hiçbirine uyduramadığım için durup durup çığlığı basıyorum. Ben kimi sözcüklerin bile içlerinin samanla doldurulup müzelere kaldırıldığını gördüm. Soyu tükenmiş kuşlar gibi... Onlar da bir zamanlar gökyüzünü boydan boya silmek ister gibi kanat çırparlardı, düşecek olsak kök gibi ayaklarımızın altına akarlardı. Bana her şeyin değiştiğinden, değişmesi gerektiğinden söz ediyorlar. Benim gördüğüm yalnızca bir değişim oysa, yenilenen hiçbir şey yok!
Reklam
Daha o zamanlar yitirmenin ne demek olduğunu biliyordum ben. Bedenimin bütün hücrelerinden bir rüzgar sızıyordu sanki. Anlatılmaz, tanıma gelmez bir boşluk duygusu. Bütün dünya üstüne çökerken taşları, kumlarıyla yığılırken onun altında bir elek olarak kalmak. Hiçbir olağan dışılık yoktu. Yalnızca derin bir uçurumda rüzgarın bıraktığı uğultu. Ve bir yaşam boyu birbiri ardı sıra yuvarlanan taşların ürküntüsünü duymak.
Göğün iki dudağının arasında altın bir diş gibi parıldayan güneş, bize yüzümüzü yeniden bağışlayabilir misin? Bütün mazgalları bırakarak geri çekilen deniz, aklımızda kalan tuz kırıntıları ne olacak? Ve yürüdüğümüz her yere taze bir mezar kazmaya teşne toprak, bütün kutsal kitapları haklı çıkarmak adına yine çamurdan yaratılacağımızın güvencesini verebilir misin? Yoksa yine kağıtlarda bir çığlık iskeleti olarak kalmak...
Unutmaya bile gücüm yok. Artık yaşamaktan öte bir ölüm kalmıyor bize. Toprağın çekirdeğinden ve göğün burçlarından kovulduk. Bedenimiz bir sarkaç gibi gidip geliyor bu ikisinin arasında. Yüzlerimiz bir tek yüzün fotokopi makinalarına yatırılarak çoğaltılmış birer sureti. Adlarımız sağdan sola, yukarıdan aşağıya çözülen bulmacaların içinde gizli. Sabahları gazetelerde bir bardak çay eşliğinde okunacak: 'Bir tohum daha çürümeye mahkum edildi!'
Yağan, durmaksızın yağan bir yağmur altındayız. Bir elimiz öbür elimizle tokalaşıyor, sakallarımız uzamış, bir ayağımız öbür ayağımızın üzerinde. Evlerde bizi hep bu durumda buluyorlar. Kitapların ceketlerimize sinen tütsülerini de unutmamalı. Adın ne, nerde doğdun, baban kim, nedir suçun? Öyle çok suç sıralıyor ve bunu öyle büyük bir ustalıkla bütün enlemlere boylamlara sıçratıyoruz ki, soranlar şaşırıyor. Bu dünyada olan biten her şeyin suçlusu olmak, biricik suçsuzluğumuz bizim.
Geçmiş kadar uzak ve gelecek kadar yakınsın şu anda. Senin yaşadığın günleri geri döndürmem olanak dışı, ama geleceği şu satırları yazdığım anda bile hiç değilse kurabiliyorum. Bunun adına umut diyorlar. Bence güven, insanın varlığına, değişim isteğine ve mutluluk arayışına duyulan bir güven yalnızca. Bütün karamsarlıklarımızdan damar damar süzülen bu ışığı çoğaltmaya kalkışmak da doğru gelmiyor bana. Bu ışık, düşüncemizin temelinde dursun yeter. Bir kez olsun yaşamın toprağına kendi ayaklarımızın üstünde durarak basmayı öğrenmeliyiz; o toprağın zaman zaman kayacağını, tökezleyeceğimizi, ya da bizi bir anafor gibi içine çekeceğini... Buna da ölüm diyorlar. Doğru. Ama ölüm bile yalnızca yaşayanlar için sağlanan bir ayrıcalık.
208 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.