o buyruğa itaat etmek için yaşamış ve kazandığı zafer içinde ölmüştü; bu zafer ölümden başka bir şey değildi ve kitabın son sayfası çevrildiğinde Michel, kenarları yaldızlı, küçücük tabutunda canlı olarak kapatılmış durumdaydı.
Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş… Ne aradığımızı bilmeden aramak… Şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükûnet içindeyim… Dünyada bundan büyük bir saadet olur mu? Böyle en felaketli günümde beni en mesut insan olduğuma inandıran bu hislere fena, çirkin şeyler diyebilir miyim? Herkes ne diyecek?.. Fakat bu ana kadar herkesten ne gördüm ki… Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu herkes dedikleri şey beni üzmekten, hayatımı manasız bir hale sokmaktan başka ne yaptı? Bu yaşıma kadar en iyi zamanlarım tam manasıyla yalnız kalabildiğim günler olmuştu.
İkinci sürpriz de, asıl Türk askeri olmuştu. Mustafa Kemal strateji bilgisinin temellerini kavradığı kadar askerlerinin ruhunu da anlamıştı. Türk psikolojisini ve Türk’ün bir kere başındakilere güvenip de kanı kızıştıktan sonra, nasıl azimle, kıyasıya dövüşebileceğini biliyor, bundan yararlanmayı da iyi başarıyordu. Böylece, Mustafa Kemal ile Mehmetçik bir araya gelerek Gelibolu Yarımadası’nı kurtarmışlardı. İngiliz resmi tarihçisinin deyişiyle: “Tek bir tümen komutanının üç ayrı seferde kazandığı başarıların, sadece bir savaşın gidişi üzerinde değil, bütün bir seferin akıbeti ve hatta bir milletin kaderi üzerinde bu derece derin bir etki bırakması, tarihte eşi çok az görülmüş bir olaydır.”
AYASOFYA' DA BİR ÇIĞLIK
.
Herkese merhaba
Kalemi ile yeni tanıştığım @melihesencengiz Bey' in son kitabı #ayasofyadabirçığlık ile sizlerleyim. Tarihi_polisiye kurgu ile yazılmış kitaba başlayınca bitirmeden yerinden kalkmanız zor. Faili meçhulları ve olayların sebebini merak ederken sayfaları hızlıca çeviriyorsunuz anlamadan.
Talat
Osmanlıdaki en temel fark, halkın eğitimsizliğiydi. Dini kaide adı altında hurafe teşkil eden görüşler nedeniyle dünya işleri bırakılmış, sınırlar uygarlık araçlarına kapatılmıştı. Devlet, kara bir bağnazlık tarafından sarılmış; ulema ise işler bozuldukça akla uygun çözüm yolları aramak yerine kadere razı gelmek ve dine yönelmek gibi çözümler üretir olmuştu. Halk, yaşadığı yokluk ve fakirliğin başarısızlık değil bir tür imtihan olduğuna inandırılmış ve buna karşı çıkmanın “dünyaya değer vermek” gibi oldukça günah bir eylem olduğuna ikna edilmişti. Toplum dinini dahi öğrenmekten uzak kalmış, sözde din adamlarının hurafeler ve gerici düşüncelerle iç içe geçmiş öğretileri din adı altında zihinlere kazınmıştı. Toplumun bu şekilde esaret altın da oluşunun nedeni eğitimsizliğiydi ve eğitimsizliğin sürdürülebilmesinin koşulu, toplum zihninin sözde hocalar ve şeyhler tarafından uyuşturuluyor oluşuydu. Şeyhler, dervişler, müritler, dedeler ve seyyidler gibi kimseler geçimini halktan sağlıyor; tekke, türbe ve zaviye gibi kurumlar aracılığıyla çıkarlarını sürdürebildiği için toplumun içine düştüğü esaretten rahatsızlık duymuyordu. Öte yandan devlet de büyük bir borç içinde kıvranıyor, toplumdan yüklü vergiler tahsil ediyor, soygunculuğun ve rüşvetçiliğin de önüne geçemiyordu. Hükümet toplumu dört bir yandan kuşatan zümreleri engellemek yerine onlarla bir olmaktan çekinmiyordu.