Çünkü toplumun ondan beklediği "iyi aile reisi" rolü, onun kendi benliğindeki
gerçek isteğin önüne geçmişti. Bu rol dağılımına göre:
• Önce kendini değil, ailesini düşünmek zorundaydı.
• Yıl boyunca çok az ilgilenme fırsatı bulduğu çocuklarına, hiç değilse tatil
döneminde zaman ayırmalıydı.
• Eğer sosyal konumlarına uygun bir tatil yapmazlarsa, komşuları ve
çevrelerindekiler, onlar için hiç de olumlu şeyler düşünmeyeceklerdi.
• Yabancı ülkeler, eski kültürler ve dış dünya ile ilgilenmeyen kişiler, dar
görüşlü ve geri kalmış vatandaşlar olarak damgalanmaktaydılar
Ortadoğu'daki her ülkeyi, kendi iç şartları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Türkiye'de bizim algıladığımız ve alıştığımız birçok kavram, yapılanma veya süreç, farklı ülkelerde farklı biçimlerde karşımıza çıkabilir. Bu sadece tasavvuf bağlamında böyle değildir; "sekülerlik", "demokrasi", "askerî darbe" gibi birçok şey de, ülkeden ülkeye çeşitli manalar kazanabilir. İşte bu nedenle, Ortadoğu'yu anlamaya çalışırken, her türlü ezberden ve olumlu-olumsuz önyargılardan kaçınmak en doğrusudur.
Hayatlarının amacı ve hedefine yönelik ne yapmaktadırlar? Hayattan bekledikleri ve istedikleri nedir? Sorunun cevabından şüphe etmeye gerek yoktur. Sürekli mutluluk için mücadele ederler, mutlu olmak ve öyle kalmak isterler. Bu çabanın, biri olumlu diğeri olumsuz iki hedefi vardır. Hem acı ve keyifsizliğin yokluğunu hem de yoğun haz duygularını deneyimlemeyi amaçlarlar. Dar anlamıyla "mutluluk", ikincisine dairdir. Hedeflerindeki ikiliğe uygun olarak insanın faaliyetleri de iki ayrı yönde ilerler ve bunların hangisini gerçekleştirmek istiyorsa bazen yoğunlukla bazense münhasıran o amaca yönelir.
Çözümsüz zannedilen birçok meselenin altında yatan gerçek, bakış açısı kısırlığından kaynaklanmaktadır. Her meselenin mutlaka bir çözüm yolu vardır. Yeter ki, insan hayata olumlu ve geniş çerçeveden bakmasını bil.