Kederli düşüncelerin kim bilir nereye gittiğinde seni severdim, severdim seni her zaman yürüdüğümüz sokaklarda, bir an, sanki güneş o sabah batıdan doğmuş gibi yepyeni bir ışık ve yepyeni bir köşeyle karşılaştığımızda, sokakları değil, seni severdim; birden çıkan lodosla karların eridiği ve İstanbul'un üzerindeki kir bulutlarının temizlendiği
"Pera'nın dönen dervişlerini gördükten sonra Üsküdar'ın zikirci dervişleirni de görmek gerek." cümlesi ile Gautier Üsküdar'a taşıyor okuyucuyu.
Üsküdar'ın deniz tarafından çehresini elbbette Mihrimah Camii ve Sultanahmet Çeşmesi oluşturur. Gautier'in dikkatini ilk olarak bu iki yapı çeker... Sonra denize doğru
Nasıl sonuçlanacağını hâlâ çıkaramadığım bizim hikâyemizi de bir gün birisi, belki de ben, kaleme alırsam, benim o aşk hikâyelerini okurken yaptığım gibi, okuyucu kendini hemen kahramanlardan birinin yerine koyabilir mi, ya da hikâyemiz akıllarda kalabilir mi, bilmiyorum, ama böyle kitaplarda kahramanları ve hikâyeleri birbirinden ayıran ve
Yakamızda bir dal suskunluk, bir boyun eğiş
Solgun fotoğraflardan bize bakan bir adam
Katıp anılarını ömrümüze,bedenini
Bir konuk gibi saygı ile uğurluyoruz toprağa Üstümüzde gün ışığı, alnımızda rüzgâr
Yaşama hükmünü sürdürse de tenimizde
Herkes biraz kendi cenaze töreninde…
Cami avlusunda imam, ölümün bu dünyadaki en anlamlı nasihat olduğunu söylüyor. "Şimdi," diyor, "bu nasihate kulak verin ve bir an için kendinizi ölünün yerine koyun."
Şimdi çenem bağlı, tabutun içinde yatıyorum, diye düşünüyorum. Beni hareket ettirecek bir ip, bir el yok. Çenem bağlı, istesem de konuşamam. Şöyle diyemem mesela: Herkesin bildiği ölümü ben mahrem sandım. Hayat tabutun dışında öyle aldırışsız devam ediyor ki, içeride ben utandım! Dilencilerin, dileneceğine çalışsana, diye azarlanmaları gibi, ben de tabutun içinde hareketsiz yatarken, öleceğine yaşasana, diye azarlandım ve kendi ölümümden utandım.