Sonra bakınız Türklere. Bu heriflerin aptallıkları o derecedir ki, yalnız etnografyanın esaslarını kabul etmemekle kalmazlar, dünyada "kavmiyet, milliyet" gibi bir şey olduğuna da inanmazlar. Kendilerinin milliyetlerini bile şiddetle inkâr ederler.
Tarihleri, Cengiz gibi, Hülâgü gibi en büyük imparatorlarına küfürlerle doludur. Bu milliyetsizlik yüzünden edebiyatsız, sanatsız, medeniyetsiz, kuvvetsiz, ailesiz, an'anesiz kalan Türkler, tabii en basit gerçeklere de akıl erdiremiyorlardı.
Vücut bir rüya idi. Hayat bir seraptı. Ancak nadanlar bu rüya ile seraba aldanırlar, beyhude yere üzülürlerdi.
Hakikat "bir" idi. O da "aşk" idi. Aşkı idrak eden büyük hakikate ermiş, haricî, batınî kâinatın hakiki manasını anlamıştı.
İki çocuk tahta saplı bir çakıyla kollarını çizdiler. Çıkan büyük, kırmızı damlayı kolları üzerinde bu çizgiye sürdüler. Kanlarını karıştırdılar. Sonra birbirlerinin kollarını emdiler. Ant içerek kan kardeşi olm..
Siz isterseniz muska... Siz istersiniz üfürük... Siz istersiniz ilaç! Halbuki hastalıkların evvela nedenlerini bulmak lazım. Bu neden bulununca şifa bulundu demektir.
Ahmak, dedi. Niye gördüğünü halka söyledin?
Adam gördüğünü diline dolarsa kazandığı hali kaybeder. Eğer sussaydın, gördüğün keramete ölünceye kadar şahit olacaktın...