Şeyh Sadi Şirazi'nin Gülistan veya diğer adıyla Çiçek Bahçesi şiirini okudum ve orada şöyle diyordu: ''Bilge birine sormuşlar: Yüce Tanrı'nın azametli ve gölgeli olarak yarattığı birçok ünlü ağaçtan, hiç meyve vermeyen servi dışında hiçbirine azat edilmiş, özgür denilemez; bunda ne hikmet vardır? Bilge adam şöyle cevap vermiş: her birinin kendisine uygun meyvesi ve belirlenmiş bir mevsimi vardır. Bu mevsim boyunca tüm ağaçlar yeşildir ve çiçek açarlar; ve diğer mevsimlerde ise kurur ve solarlar; ancak bu durumların hiçbiri seviyi etkilemez, servi her zaman serpilir. İşte azat edilmişler veya dini olarak özgürler de bu doğaya sahiptirler. Geçici olanlara kalbinizi bağlamayın; çünkü halifelerin soyu tükendikten sonra da Dicle nehri Bağdat'ın içinden akmaya devam edecektir. Eğer elinizde çok varsa, hurma ağacı gibi cömert olun; ama eğer verebileceğiniz hiçbir şey yoksa, servi gibi azat veya özgür biri olun.''
Eğer kişinin inancı varsa, her yerde aynı inançla işbirliği yapacaktır; eğer kişinin inancı yoksa hangi topluluğa girerse girsin dünyanın geri kalanı gibi yaşamaya devam edecektir.
Arkadaşlık asla anlaşılabilen bir ilişki olmamıştır. Sürekli kanıtlar isteyen bir mucizedir. En saf hayal gücünün ve en nadir inancın uygulamadaki halidir!
Jhon kitabı rasgele açtı.
Hayır, fakat yaşamak
Dağınık bir yatağın ekşimiş ter kokusunda.
Çürüme, dalkavukluk ve sevişmeyle ağır ağır pişerek
Leş kokan domuz ahırının üst katında
Dağlara sürgündür Kuray düzünden
Göğün gergefini elleri dokur
Kitapsızdır yaylaların yüzünden
Ayı kandil eder dağları okur
Odur yıldızları salan uykuma
Rüya ırmağında çağlar gözleri
Kirpiğinin uçlarıyla ufkuma
Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda
Bir yoldu parıldayan, gümüşten,
Gittik... Bahs açmadık dönüşten.
Hulya tepeler, hayal ağaçlar...
Durgun suda dinlenen yamaçlar...
Mevsim sonu öyle bir zaman ki
Gaip bir musikiydi sanki.
Gitmiş kaybolmuşuz uzakta,
Rü'ya sona ermeden şafakta...
Edirne geri kazanılmışsa da, bu daha çok zarardan kar bir durumdur. Osmanlılar Balkanlar'daki tüm topraklarını kaybetmişlerdir ki bunların arasında imparatorluğun kaderine hükmedecek İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin merkezi konumundaki Selanik şehri de vardır. Bu kaybın, dönemin genç subaylarını nasıl derinden etkilendiği Mustafa Kemal'in şu sözlerinden anlamak mümkündür:
Bir gün işittim ki baba ocağım Selanik ve oradaki anam, kardaşım, bütün akraba ve yakınlarım, -mahiyetlerini anlattığım için vatanımdan kovulduğum kişiler tarafından- düşmana hibe edilmiştir. Bir gün duydum ki Hortacı Süleyman cam-i şerifinin minaresine çan takılmış ve orada yatan babamın kemikleri Yunan palikaryalarının kirli ayakları altında çiğnenmiştir.