on sekiz, bilemedin on dokuz yaşında sönüp gidecek hayatı... Görmedim mi ben böylelerini? Gördüm. Nasıl düşmüşlerdi onlar bu duruma? Hep aynı şekilde... Tüh! Ama boş ver! Demek ki böyle olması gerekiyor... Demiyorlar mı zaten, her yıl belli bir yüzde harcanmalıymış ki, geri kalanlara engel olunmasın, rahat edebilsinler... Yüzde, ha!.. Yüzde!.. Doğrusu, görkemli bir sözcük! Hem yatıştırıcı, hem bilimsel! Yüzde deyiverdin miydi, akan sular durur;
Sayfa 61
1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1871 yılında evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk, 1881-1938), Makbule Boysan Atadan (1885-1966) ve Naciye (1889-1901) Kardeşlerden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaş­larında, o senelerde Rumeliyi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdi. En küçükleri Naciye on iki yaşında gözlerini kapadı. ATATÜRK, Selânik Askerî Rüştiyesinden (Ortaokulundan) başlıyarak ikisi de son nefeslerine kadar gerçek dost kalmış Fuat Bulca’ya bir gün şöyle demişti: "-Kardeşlerim arasında en sevdiğim Naciye’ydi. Çocuk yaşının üstünde hisli, duygulu ve öğren­meye meraklıydı. Ben Harbiyeye giderken kitaplarımı iste­mişti. Annemden onu okutmasını istemiştim. Ne ablam Fatma’yı, ne ağabeylerim Ahmet ve Ömer’i hatırlıyamıyorum. Son ikisi aynı yıl, 1883’de ben iki yaşında iken ölmüşler. Na­ciye, annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi. Ti­pik bir Yörük kızıydı. Makbule’ye hiç benzemezdi."
Reklam
"-On dokuz yaşında olsaydım ne düşünecektiniz? +Sevilebilmek için daha beş altı yılınız, kendinizi sevmeniz için de sekiz on yılınız olduğunu"
Sayfa 13 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
On Küçük Zenci yemeğe gitti. Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz. Dokuz küçük Zenci yattı, Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz. Sekiz küçük Zenci Devon'u gezdi, Biri geri dönmedi. kaldı yedi. Yedi küçük Zenci odun yardı, Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı. Altı küçük Zenci bal aradı, Birini arı soktu. Kaldı beş Beş Küçük Zenci mahkemeye gitti, Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört. Dört küçük Zenci yüzmeye gitti, Birini balık yuttu kaldı üç. Üç küçük Zenci ormana gitti, Birini ayı kaptı. Kaldı iki. İki küçük Zenci güneşte oturdu, Birini Güneş çarptı. Kaldı bir Zenci Bir küçük Zenci yapayalnız kaldı. Gidip kendini astı. Kimse kalmadı.
On Küçük Zenci yemeğe gitti. Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz. Dokuz küçük Zenci yattı, Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz. Sekiz küçük Zenci Devon'u gezdi, Biri geri dönmedi. kaldı yedi. Yedi küçük Zenci odun yardı, Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı. Altı küçük Zenci bal aradı, Birini arı soktu. Kaldı beş Beş Küçük Zenci mahkemeye gitti, Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört. Dört küçük Zenci yüzmeye gitti, Birini balık yuttu kaldı üç. Üç küçük Zenci ormana gitti, Birini ayı kaptı. Kaldı iki. İki küçük Zenci güneşte oturdu, Birini Güneş çarptı. Kaldı bir Zenci Bir küçük Zenci yapayalnız kaldı. Gidip kendini astı. Kimse kalmadı.
Çünkü konuşulmayan acı kalbi parçalar...
Eskiden çok konuşkan bir kız olmasına rağmen, o günden itibaren ya çok az konuştu ya da sustu. On yedi yaşındayken öpmekte zorlanıyordu, çünkü dilinin altında bir yara vardı. On sekiz yaşındayken yemekte zorlanıyordu, çünkü yara her geçen gün daha da derinleşiyordu. On dokuz yaşındayken onu ameliyat ettiler. Yirmi yaşındayken öldü. Doktor onu ağzındaki bir kanserin öldürdüğünü söyledi. Dedesi onu gerçeğin öldürdüğünü söyledi. Mahallenin büyücüsüyse çığlık atmadığı için öldüğünü söyledi.
Reklam
On Küçük Zenci yemeğe gitti, Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz. Dokuz Küçük Zenci çok geç yattı, Sabah biri uyanamadı. Kaldı sekiz. Sekiz Küçük Zenci Devon'a gezmeye gitti, Biri geri dönmedi. Kaldı yedi. Yedi Küçük Zenci odun kırdı, Biri baltayla kafasını yardı. Kaldı altı. Altı Küçük Zenci kovanla oynadı, Birini yabanarısı soktu. Kaldı beş. Beş Küçük Zenci hukuka merak sardı, Biri yargıç oldu. Kaldı dört. Dört Küçük Zenci denize yüzmeye gitti, Birini kırmızı balık yuttu. Kaldı üç. Üç Küçük Zenci hayvanat bahçesine gitti, Birini büyük bir ayı kaptı. Kaldı iki. İki Küçük Zenci güneşte oturdu, Birini güneş çarptı. Kaldı bir. Bir Küçük Zenci yapayalnız kaldı, Gidip kendini astı. Ve kimse kalmadı...
frank green, 1869
On, dokuz, sekiz, yedi, göğüslerinin arasından evreni ciğerlerine çekebilirdim. Kim bilir nasıldır bir pars gibi süzülmek karanlıkta kuytularına?
Yaşasın Büyük Yoldaş
İşte o yıllardan bir manzara. Bir taşra partisinin toplantısı devam ediyor (Moskova bölgesinde). Görevli olarak hapse atılan kişinin yerine getirilen, yeni taşra komitesi sekreteri, toplantıyı yürütüyor. Toplantının sonunda, yoldaş Stalin'e bağlılık kararı alınıyor. Elbette, bu sırada herkes ayakta (toplantı sırasında adı her zikredildiğinde
Yazar döktürmüş..
"Hatırlayın bize öğrettikleri tekerlemeleri. Bir, üç, beş derken yediden yetmişe, hepimizin bilinçaltına işlediler. "Bir, iki, üçler, yaşasın Türkler, Dört, beş, altı, Almanya battı, Yedi, sekiz, dokuz, Ruslar domuz, On, on bir, on iki, İngiltere tilki, On üç, on dört, on beş, Amerika kardeş." Yazarken bile içim acıyor. Biz ki, ekim alanlarına giderken Ziraat Marşı söyleyen gençlerdik. "Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine Milletin her kazancı milletin kesesine Toplandık baş çiftçinin, Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz..." Dediğimiz için ne laflar işitmiştik.."
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.