artık bu dünyanın çocukları olmamayı umarken, bir de baktık ki, zamanın efendisi ve salgı bezlerinin bağımlısı kaypak münzeviler gibi iştahımıza boyun eğmişiz
seçkin diye adlandırılan toplum, övemeyeceğimiz ya da sevmeyeceğimiz insanları bize sunma zararının yanı sıra; doğamıza uygun, kendimiz gibi olmamıza da izin vermez; daha çok, ötekilere uyum sağlama uğruna büzülmeye hatta kendimizi deforme etmeye zorlar
Fakat biraz önce dediğim gibi, tüm acılar korkaktır, kendisinden daha güçlü olan yaşama isteği karşısında geri çekilir, çünkü bedenimizin her hücresine yerleşmiş olan yaşama isteği, ruhumuzdaki ölüm tutkusundan çok daha güçlüdür.
nasılım bilmiyorum, iyi denebilir genelleme yaparsak ama neye göre iyi veya neye rağmen iyi bilinmez. akışta ilerliyorum varmak istediğim bir yer olmadan. bağlı olduğum bir inanç ve ya olgu yok, bir insan da yok. ama anın içindeyken keyif denilen hissi tattığım uğraşları yapıyorum. iyi hissettiriyor mu ? kısmen evet. bu yani fazla da bi beklentim yok. hiç toplumcu gerçekçilik rolünü üstlenemem sorgulamalarımın veya inançsızlıklarımın savunmasını yapamam. hem niçin yapıcakmışım ki, bi müzik açar dinlerim daha iyi
yokluğun yerini hayatın alması gibi, hayatın yerini de tarih almıştır. Böylelikle varoluş, yokluğun ortodoksluğunu aşındıran bir sapkın mezhepler döngüsüne bağlanmıştır
kâh bir kayanın yalnızlığını, kâh dünyanın kenarında donup kalmış bir balgamın inzivasını taklit ederken, o donuk ümitleri ve taşlaşmış fikirleri nasıl alt etmeli?