Çağımız iki bakımdan şanslı sayıla bilir. G e ç m i ş açısından tüm kültürleri ve onların ortaya koyduklarını tadıyoruz ve tüm zamanların en soylu kanıy la besleniyoruz, bağrından bu kültürlerin doğduğu güçlerin büyüsüne, onlara geçici olarak zevkle ve ürpertiyle teslim olabilecek denli yakın duruyoruz hala: eski kültürler ise sa dece kendi kendilerinin tadına bakahilmişler ve kendilerin den ötesini görememişlerdi, daha geniş ya da daha dar ka vis li bir kapak örtülmüş gibiydi üzerlerine; gerçi ışık düşüyordu buradan üstlerine, ama bakışları bunun dışına çıkamıyordu. G e 1 e c e k açısından ise, tarihte ilk kez insani-evrensel, insanların yaşadığı tüm yeryüzünü kuşatan hedeflerin mu azzam ufku açılıyor önümüzde. Aynı zamanda bu yeni gö revi kibirlenmeden, doğa-üstü yardırnlara gerek duymadan üstlenebileceğimiz güçlerimizin bilincinde olduğumuzu da hissediyoruz; çabamız istediği gibi sonuçlanabilir, güçleri mizi abartmış olabiliriz, en azından hesap vermek zorunda olduğumuz hiç kimse yok kendimizden başka: insanlık bu andan itibaren kesinlikle ne isterse onu yapabilir - çünkü olağanüstü insan-arılar var ki, tüm şeylerin çanağından her zaman sadece en acı ve en sıkıcı şeyleri emmesini biliyor lar; - ve aslında her şeyde biraz vardır bu bal-olmayandan. Bu kişiler çağımızın betimlenen mutluluğunu kendilerince duyumsayabilir ve hoşnutsuzluk kovanlarını doldurmaya devam edebilirler.
Kaset hâlâ bende. Çok fazla çalmıyorum, çünkü bu müziğin hiçbir şeyle alakası yok. Bu bir nesne; bir broş ya da yüzük gibi, Özellikle Ruth gittiginden beri, sahip olduğum en değerli şeylerden biri.
..."Bir kere Çin'e gittim. Çinlilerin yaşam tarzını ve ruhunu dikkatlice gözlemleyip inceledim. Garip, esrarengiz ve korkunç bir halk!
Onlar ateistler!
Ancak ateistler gibi Tanrı'nın varlığını reddetmiyorlar, aksine çok fazla tanrıları var ve onlara tapıyorlar. Ancak ilahî bir duygu beslemiyorlar. Kalplerinde Tanrı'ya ihtiyaç hissetmiyorlar; birer makine gibiler. Buharla, elektrikle, rüzgârla, herhangi bir şeyle çalışıyorlar fakat ruhtan en ufak bir iz bile yok. ..."
Naylonlara bezlere sarmışlar, büyümeden...
Büyümeden allahım bakamam,
bakamam onlara... onlar mermiden,,,
Bu çocuklar korrrrrrrrkunç
Vurulmuş allahım.
însan; insan ne ki,
Şeytanın bacağı kırık kalıyor
însan derken.
Pascal Düşünceler'in birçoğunu Montaigne'in kuşkuculuğunu çürütmeye adadı. İnsanların mustarip olduğu kronik endişenin onların doğal yaşama ait olmadığının bir göstergesi olduğunu ortaya koymayı amaçlıyordu. İnsanların diğer hayvanları örnek alması yanlıştı: "İnsana yüceliğini hatırlatmadan, sadece hayvanlara ne kadar benzediğini göstermek tehlikelidir. Ama aşağı haline değinmeden, yüceliğinden fazlaca söz etmek de tehlikelidir." En kötüsü de insanların hayvanlara tanrı gibi tapmasıydı: "Hayvanlara ram olmaya, onlara tapmaya kadar varan insanın rezilliği."