Sultan Osman Gazi'nin 'İstanbul'u aç, gülzâr yap!' vasiyeti üzerine 1391, 1395, 1397, 1411 ve 1422 yıllarında beş kez kuşatılan İstanbul, kendisi için adeta eşi benzeri görülmemiş bir tarih yazılmasını beklemektedir.
Sayfa 81 - Erkam yayınlarıKitabı okudu
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi'ye vasiyetinde geçen, "ey oğul; sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz" sözü ne güzeldir. evet, kâinatin altı evrede yaratılması, ağaçların bir yılda yeşermesi, kış ve yazın belli sürelerle gelmesi gibi tabiatın her yanındaki kanunlar bize, her şeyin zamanla kayıtlı olduğunu, takdir edilen vakit gelmeden dertlerin sona ermeyeceğini fısıldamaktadır. gecenin aniden sabaha, kışın birden bahara dönmemesi gösteriyor ki, yaşadığımız kederler de aniden değil, safha safha hayatımızı terk edecektir.
Sayfa 213
Reklam
"Elbet âşık olmuşuzdur. On sekisimizde; o on sekiz bin âlemi, ol demekle olduranadır aşkımız. Sen olmasaydın, bu âlem de olmazdı dediği Habibine de, âşığız biz. Soyumuza, boyumuza, yurdumuza, yurt edineceğimiz beldelere âşığız ana..."
"Şeyh Edebalı; ağır ağır, ayağa kalkıp ortaya geldi. Tok bir sesle, konuşmaya başladı: "Osmancık'tın, Yağız Osman oldun. Tahsillendin, Fahrüddin oldun. El verildi, Bey oldun. Nişan takıldı Gazi oldun. Ey oğul!... İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar; akşam ezanında ölürler. Avun Oğul, avun... Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın. Amma bunları nerede; nasıl kullanacağını bilemezsen; öfken nefsinle bir olup, aklını yener. Sabah rüzgârlarında savrulup gidersin..."
"Birden Mevlâna Celâleddîn Rûmî Hazretleri'ni zikir sonu söylediği, soyumuzdan hadisi şerife mazhar fatihler geleceği sözlerini hatırladım. O an, dayanamayan Turgut Ahi, fırlayıp ellerime sarıldı: "Ey Osman Gazi Bey'im! Görüyorum ki, padişahlıkla müjdelenmedesin. Şükrane olarak bana ne verirsin?" dedi. Ben iki büyüğümüzün söylediklerinin etkisindeydim. Doğaçlama: "Şu Bilecik altındaki köylerden biri senin olsun." diye çıkıverdi ağzımdan. "Unutulmasın!" diye mırıldandı. "Bu bey sözüdür, Ahi, al şu kamam nişane hatırlatması olsun" diye belimden çıkardığım palayı O'na uzattım. Sevindi."
"Ertuğrul Gazi Bey, bir asra yakın ömründe çok mücadeleler vermiş; ilden ile gazalara katılmıştı. Sonunda Söğüt'ü yurt edinmişti. Söğüt'e yerleştikten sonra, ne kardeşlerinden, ne de diğer oba halkından haber alamamış; çok üzülmüştü. Kelimeyi şehadetle son nefesini verdiğinde, cennet muştusu almışçasına nurlanan yüzüne, tatlı bir tebessüm oturmuştu."
Reklam
"Kayı boyumuz, öne çıkmaya; birçok boy da Kayı'ya iltihak etmeye başlamıştı. Kayı boyunu Oğuz Han'a bağlayan silsilenameyi okutturdum. Oğuz Kağan'ın neslinde hanlık vardı. Türk milleti asildi ve devletliydi."
"O müthiş yıl; ben, yirmi beşimde, oğlum Orhan, yedisindeydi. Ve uzun yıllar; bütün fetihler, bizleri beklemekteydi. Ve o müthiş yıl, geride kaldı... Akınlar, akınları izledi ondan sonra. Obamız, beylik; beyliğimiz, devlet; devletimiz, dirlik ve düzenlik buldu... Mütevazıydık. Ancak vakurduk. Davamız, kuru bir cihangirlik davası olamazdı. Ölçümüz, Cenabı Hakk'ın koyduğu nizamı âlem davasıydı. Temelimizin özünde ise, insan vardı. Şeyhimizin ifadesiyle: "insanı yaşatacaktık ki, devlet yaşasın." Biz yaradılış gayemizi, hayat tarzımızı ve ideallerimizi asla unutmazsak; yaradan da, bizi unutmaz. Yaradan, yar ve yardımcımız olur. Bir de ahilerimizle refahı yakalamalıydık. O da oldu, şükür."
"Topraklar, şehid kanlarıyla vatanlaşıyor; bedelsiz, istikbale yürünemiyordu. Ruhları, şad olsun; mekanları cennet!.."
Yenişehir, başşehrimiz olmuş; köyler tımar olarak, sipahilere dağıtılmıştı. Tımar ve pazar vergileri, ahi ahlakıyla, müreffeh bir duruma gelen ziraatçı, zanaatkâr ve esnaflarca gönüllü veriliyor; devlet her geçen gün, daha bir güç kazanıyordu.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.