Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Güne yeniliksiz başlıyoruz her sabah Aynı kör aynasında küflü alışkanlıkların Duymadan dinleyip anlamadan konuşuyoruz. Hepimiz ayrı ayrı kendi kıyılarında Öyle kolay anlaşıyoruz ki… Bir ayrılığı kalmadı düşüncelerimizin İncelik adına kimi, çoğu korkudan Ustaca düzenledik duygularımızı; Anılar acı vermiyor artık, bizi biz eden Değerler yıkıntısında onursuz oturuyoruz.
“Ya, eski dost, şimdi ikimiz şurada oturuyoruz, fazla düşlere kapılamayız. Sen de bir zamanlar kafanda başka düşler kurmuştun.”
Reklam
Sıfır
Güne yeniliksiz başlıyoruz her sabah Aynı kör aynasında küflü alışkanlıkların Süslenip saklayarak sıkıntılarımızı -Kendimizden bile- Düşüyoruz ömrümüzün o ölü çizgisine. Duyarsız devinimsiz umutsuz Güne heyecansız başlıyoruz. Duymadan dinleyip anlamadan konuşuyoruz. Hepimiz ayrı ayrı kendi kıyılarında Öyle kolay anlaşıyoruz ki.. Bir ayrılığı kalmadı düşüncelerimizin İncelik adına kimi, çoğu korkudan Ustaca düzenledik duygularımızı; Anılar acı vermiyor artık, bizi biz eden Değerler yıkıntısında onursuz oturuyoruz. Eskimiş eşyalarız yeri hiç değişmeyen Yalnızlığı çağrıştırıp yılgınlığı biçimleyen.
Sana anlatmak için yanıp tutuşuyorum. Bugüne dek vereceğim en büyük haber bu. Ama ne zaman anlatmaya çalışsam iki lafı bir araya getirmeyi başaramıyorum. Sen otobüse binip yanıma geliyorsun. Her zamanki yerimize oturuyoruz. Şimdi konuşabiliriz tam zamanı diyorum içimden. Ama otururken gözlerin fıldır fıldır, anlatmak istediği bir şey var belli ki. Merhaba bile demiyorsun.
Sadettin Ökten
Sadettin Ökten
: Merhum pederle Beyazıt'ta oturuyoruz, yokuştan çıkınca yoruluyor, tabii yaşlanmış. Oradan bir otomobile binip Vefa'ya gideceğiz. Oturunca, "Oh" derdi, ardından da "Elhamdüllilah-i teâlâ külli häl, sivel küfri ved dalâl." Küfür müfür deyince şoför bir arkaya bakardı. acaba bu yaşlı adam ne diyor, diye. "Bütün hallerim için Allah'a şükrediyorum, küfür ve dalalet hâli hariç" derdi babam da.
Sayfa 189
Bir akşamüstü telefon çaldı… Antalya'dan arıyorlar… "Biz Antalya'da oturuyoruz. Çocuğumuz çok hasta… Şaban gelirse yemek yerim, ilaç içerim diyor… Nasıl görüşebiliriz?…" Telefon numarasını aldım… Akşam O'na anlattım. Dizi çekimleri olduğu için gitmesi imkânsızdı… Çok üzülmüştü… Hemen telefon etti… Çocuk O'nun sesini tanıdı… Konuşurken yüzünde derin bir acı gördüm… Gözleri doldu, çocuğun annesine her akşam arayacağına söz verdi… Bir ay kadar her akşam aradı… "Aç ağzını." "Köfteni al" "Bir kaşık da yoğurt ye." "ilacını yuttun mu?" Annesinin söylediğine göre akşamı sabırsızlıkla bekliyor, yemeğini yiyor, ilacını alıyordu çocuk… Bu telefon konuşmaları için çalışma odasına giriyor, sanırım kapattıktan sonra bir müddet yalnız kalmak istiyordu… Odadan çıkınca yüzü kıpkırmızı, gözleri yaşlı oluyordu… Bir sabah çocuğun annesi aradı… "Gül Hanım, Kemal Bey'e söyleyin, artık aramasına gerek kalmadı." Nasıl bir duyguydu bu?… Bir anda ne söyleyeceğimi şaşırdım… Sanki bir şeyler yapmalıydım… Ama ne?… Akşam O geldi… Biraz gecikmişti… Çalışma odasına doğru giderken, "Arama" dedim. "Neden, geç mi oldu?" "Yok, artık arama." Gözleri doldu… Oturma odasına gitti, kanepeye uzandı… Belli ki canı konuşmak istemiyordu… Akşam yemeği yemeden uyudu… Bu konu bir daha hiç açılmadı… Eminim her köfte gördüğünde telefon arkadaşını hatırlıyordu… Hiç görmediği çocuğa bağlanmıştı… Unutmadı son günlerine kadar…
Sayfa 185 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
Atsız Taşınıyor-Bostancı'daki Evin Şartları Çok Kötüdür Hacaloğlu'na yazılan 05 Aralık 1972 tarihli mektuptan Atsız'ın Bostancı'daki daireye de nihayet taşındığını öğreniyoruz. Evin kaloriferleri ve elektrikleri henüz çalışmamaktadır, kitaplar da eve sığmamıştır. Atsız'ın bu yeni evi, Bostancı'da dört katlı bir
Montaigne şöyle yazmış: "Başka şartların arayışındayız çünkü kendimizinkilerin keyfini çıkarmayı bilmiyoruz, ve içimizde varolanları keşfedebilmek için kendi dışımızda arayışa geçiyoruz. Aslında koltuk değneği kullanmamıza hiç gerek yok çünkü o zaman da bacaklarımızın üzerinde durmamız gerekiyor, ve dünyanın en yüksek tahtına bile çıksak bile farketmiyor çünkü gene kendi kıçımızın üzerinde oturuyoruz." Nerede olursan ol - su taşı veya kral, başkan ya da başbakan olarak tahta kurul - hiçbir şey farketmez. Nerde olursan ol, sen kendinsin.
< “Şuracıkta oturuyoruz, yersiz yurtsuz. Ömrümüzü vatan uğruna harcadık, ama başımızı sokacak bir damımız bile yok.” >
Atsız Taşınıyor-Bostancı'daki Evin Şartları Çok Kötüdür...
Hacaloğlu'na yazılan 05 Aralık 1972 tarihli mektuptan Atsız'ın Bostancı'daki daireye de nihayet taşındığını öğreniyoruz. Evin kaloriferleri ve elektrikleri henüz çalışmamaktadır, kitaplar da eve sığmamıştır. Atsız'ın bu yeni evi, Bostancı'da dört katlı bir apartmanın zemin katında bulunan 8 numaralı dairedir. 100
Reklam
Anılar acı vermiyor artık, bizi biz eden Değerler yıkıntısında onursuz oturuyoruz.
″Ben buradan geldim, sen de buradan. Bugün aynı masada oturuyoruz. Ben sana yolumu anlatacağım; sen de bana seninkini.″
Bizim İmparatorluk
Biz kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kağıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz.
Sayfa 42 - Pozitif yayınları/2004
Kırk yılda bir, araya geliyoruz ve hiç konuşmadan oturuyoruz.
Yanyana oturuyorduk ama iki koltukta oturan tek kişi gibiydik. Sinemada, tiyatroda hep böyle oturuyoruz. Kanlarımız birbirinize değen ellerimizden, parmaklarımızdan, kollarımızdan, dirseklerimizden, ikimizin birden damarlarımızdan geçip dolanıyor sanki. Onun kanının sıcaklığını kendimde duyuyorum.
Sayfa 248Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.