Bir yar başında, adam ellerini arkaya atmış. Rivayet o ki, türkü söyleyerek dolanıyor. Bir anlık gafletle ayağı kaymış, yukarıdan aşağı uçurumdan yuvarlanmış. Üç yüz beş yüz metre yükseklik, aşağıda kayalıklar vesaire. Adam oradan düşerken bir eliyle bir dalın ucundan tutmuş. Nefes nefese, perişan... Aşağı bakmış, düşse parça parça olacak.
Yukarı bakmış, çıkmaya imkân yok. Ne yapayım? Can tatlı, başlamış bağırmaya: "Kisme yok miii?" Ama kimse yok. Orası bir dağ başı. Dal çatırdıyor, ağırlığı taşımıyor. "Kisme yok miii?" Dal iyice çatırdıyor,
kırıldı kırılacak. Bağırmaktan, korkudan adamcağızın sesi kısılmış. Artık son raddeye gelmiş böyle, ses gitmiş, dal gidiyor, can gidiyor... "Ya Rabbi, senden başka kimsem yok." derken baş ucunda biri belirmiş. Puf... Bulutların içinden çıkmış gibi, beyaz yüzlü, pamuk sakallı, hafif göbekli. Elini uzatmış: "Merhaba yavrum!"
"Merhaba!" demiş adam nefes nefese.
"Ben Hızır'ım. Seni kurtarayım mı?"
"Daha ne isterim? Allahım sana şükürler olsun. Ya Rabbi, hamd ü
senalar olsun!"
Adam sevinç içinde... "Hızır'dan murat nasihattir." derler. Hızır (a.s.) da adama bakıp nasihat etmiş. Demiş ki: "Kurtarayım ama sen de bundan sonra iyi bir insan ol. Abdestini al, namazını kıl, orucunu tut, zekâtını ver. İnsanlara kötülük etme, güzel ahlaklı birisi ol." O böyle nasihat ederken adam bakmış, pabuç pahalı, son gücüyle avazı çıktığı kadar bağırmış: "Başka kimse yok miii?"
Niye öyle diyor? Kurtulmayı istiyor ama bedel ödemek zor geliyor.