Konuşuruz diye diye hiç konuşmadığımız kaç bağımız var hayatta?
Bizden önce bize bağlanan, ayaklarınıza dolanan, atamadığımız, ötelediğimiz, hiç tanımadan yıllarca yan yana odalarda uyandığımız?
İnsan ailesini hiç tanımıyor.
Birinin neleri sevdiğini birkaç ayda öğrenirken, mesela kardeşinin kabuslarını bilmemek.
Laf olsun diye yapılan kahvaltılar...
En yakın, en yabancı.
Yakınlık, mesafeleri kısaltmıyor.
Keşke başka bir yolu olsa sevmenin.
~
youtube.com/watch?v=VQ0ZcbPburw
Yaralandıkça ne çok şeyi özlüyor insan
Gerekli, gereksiz ne varsa özlüyor
Çocukluğu değil.
Genç günleri değil
Sadece eski evlerin arasında
Yokuş aşağı yürüdüğü sabahlar
Ayaklarına dur diyemediği
Her şeye inandığı
Her şeyin mümkün olduğu sabahları
Bugünü dün, yarını çok önceden yıktıkları
Bu sabahlara ait değilim ben
Zaman akıyor, su akıyor
Annem kapıdan sokağa çıkıyor
Ben evden çıkamıyorum
Bu kayıp sabahlar, benim sabahlarım değil
~
youtube.com/watch?v=N5DwcsSY7WY
Canım, Birini pencere kenarına çiçek koyacak kadar sevmek lazım. His boşluğu ve iç burkulması diye bir şey varmış. Çok sevince anladım. Hayat, o evde yerin yok diyor. Yerini bil. Evdeki ve sokaktaki tüm savaşları kaybettiğim yerdeyim. Hala güzel olduğunu bilmeden, güzel duranı seviyorum. Ellerini takip ediyorum, hala. Elin ısısıyla kalbin ısısı birbirine ne yakınmış. Kalp sıkışıyor, el buz. Yüzümü yağmura uzatsam geçecek diyorum. Geçmiyor. Ev buz. Anlamaktan yoruldum. Sarılmaktan. Sen, o evde- sarılmaktan korkanların en uzağında dur, olur mu? Öyle birine âşık ol ki, her şeyi unut. Dans etmeyi hatırla. Birini pencere kenarına çiçek koyacak kadar sev. Çok sev. Çok küs. Çok barış. Ellerini takip et sonra. Ellerinde ne gördüğümü bulursan sonunda, gülümse. Güzel gülene âşık ol. Âşık olursan bir gün benim kadar. Yüzünü yağmura uzat… Geçti, geçti desin biri. Hiç geçmesin… … Artık senin de bir şiirin var! … Geçti… Geçti…