Şiirim, o bir kırık gönül enkazıdır benim
Şiirim değilmidir, benim en zor düşmanı?
Ben neşe isterim, o figan dinletir bana
Öz sözlerim hayatıma matem ki olmada...
Ben bir büyücü değilim, şairim sadece.
Koca bir hayat önümde akarken,
Ben bir kağıda serpiştirdim
Gözyaşlarımı ve terimi.
Yazdıklarımdan sorumluyum yalnızca,
Gerisi size kalmış.
İşte, "Türkistan" şiirim de o yakarışlardan biridir:
Baykal Gölü yaylağından kopup gelen canlarla
Belki bin yıldan beri söylenen destanlarla
Kağanlarla, hanlarla, kamlarla, ozanlarla...
Yine Türkistan'ı andım.
Öz yurdumu çarmıha germişler kırk yerinden
Unutmam bin yıl geçse acımın üzerinden
Vurulan bir ceylana yanar gibi derinden
Ulu
Sezai Karakoç'un ağzından ilk ve son kez Monna Rosa'nın hikayesi
19 yaşındaydım. Heyecanlı bir genç. Şiirde yeni bir dönem başlamıştı. Ölçüsü olmayan vezinsiz, kafiyesiz şiirler yazılmaya başlanmıştı. Hece ölçüsü de bitmişti. Serbest şiir yazılıyordu. O dönemin bu serbest şairleri, eski dönemleri kötülüyordu.
Tabi isterdim ki öz edebiyatımız olan divan edebiyatı ile yazılabilsin şiirler. Ama tek başıma ben
Cumhuriyet öncesi döneminin inanç, öfke ve duygu dolu şairi Tevfik Fikret bir şiirinde «Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim» diye seslenir. Şiiri önce özgün biçimi ile okuyalım:
— Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bal Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim. İnhina tavk-ı esaretten girândır boynuma; Fikri hür, irfanı hür,
"Sen gitmedin adam. Sen hep bana geldin. Gidenlerle dolu şu ömrümde, sen gelmelerin simgesiydin. Seni seviyorum adam. En doğru şiirim bu benim. En düz ve en öz kelimelerim bu. Seni seviyorum ve ömrüm yettiğince, ahiretimin kabul gördüğünce sevmeye devam edeceğim..."
Uyku mahmurluğuyla, sıcacık gözyaşlarının aktığı yanağı öptü genç adam.
"Ben bir tek sana geldim kadın. Bir tek seni gördüm ve bir tek sana teslim oldum. Seni seviyorum kadın, ömrüm yettiğince, ahiretimin kabul gördüğünce sevmeye devam edeceğim..."