Sezai Karakoç'un ağzından ilk ve son kez Monna Rosa'nın hikayesi
19 yaşındaydım. Heyecanlı bir genç. Şiirde yeni bir dönem başlamıştı. Ölçüsü olmayan vezinsiz, kafiyesiz şiirler yazılmaya başlanmıştı. Hece ölçüsü de bitmişti. Serbest şiir yazılıyordu. O dönemin bu serbest şairleri, eski dönemleri kötülüyordu.
Tabi isterdim ki öz edebiyatımız olan divan edebiyatı ile yazılabilsin şiirler. Ama tek başıma ben
İşte, "Türkistan" şiirim de o yakarışlardan biridir:
Baykal Gölü yaylağından kopup gelen canlarla
Belki bin yıldan beri söylenen destanlarla
Kağanlarla, hanlarla, kamlarla, ozanlarla...
Yine Türkistan'ı andım.
Öz yurdumu çarmıha germişler kırk yerinden
Unutmam bin yıl geçse acımın üzerinden
Vurulan bir ceylana yanar gibi derinden
Ulu
Ben bir büyücü değilim, şairim sadece.
Koca bir hayat önümde akarken,
Ben bir kağıda serpiştirdim
Gözyaşlarımı ve terimi.
Yazdıklarımdan sorumluyum yalnızca,
Gerisi size kalmış.
Şiirim, o bir kırık gönül enkazıdır benim
Şiirim değilmidir, benim en zor düşmanı?
Ben neşe isterim, o figan dinletir bana
Öz sözlerim hayatıma matem ki olmada...