Yavaşça dokun yaralarıma.
Yavaşça.
Annesi dün ölmüş çocuklara dokunurcasına şefkatle. Bin yıllık mushafın sayfalarına nasıl dokunursa insan, öyle dokun.
Ben kolayca incinirim bilirsin.
Kolayca hasta olur, kolayca vazgeçerim zor olan ne varsa.
youtu.be/CZ2Vt7eHpLY
Sen,
Şimdi,
Bu gece çık gel.
Hadi yüze kadar sayıyorum.
Ya da elli olsun, yüze kadar bekleyemem.
sen yeter ki gel, sobelemem.
Hem söz; ebe yine benim sağım-solum da sen.
Sen yeter ki gel, vallahi annene söylemem.
Kuşların kanat sesleri, çocukların oyun bahçesi, mahalle ablalarının çay karıştırması, sevgililerin yarım dakikalık bakışması kalmadı.
Şiirlerin merhameti, kuşların vefası, deli-dolu gençler yok artık.
Anlatmaktan uzağız, yaşamaktan büsbütün mesafeli. “İnsan, yaşadığı kadar insandır.”
Miras paylaşırcasına topluyoruz kalp kırıklarımızı. Başımız hep hengameli, güzel bir bakıştan bile daha çok kıymet görüyor sulak yerleşim bölgeleri.
Anahtarı yok, mülkü yok, tapusu yok yaşamanın. Ölen öldüğüyle kalıyor, ağlayan göz yaşıyla.
Sabır; sükunet değildir ki!
Yakılmış ot kokusu, limon kokan eller, saçları dökülmüş, gömlek düğmeleri sökülmüş insanlara el uzatırken bile çekimseriz. Kafeler, yeni ve entellektüel kimlikler, sütlü kremanın içinde kahveler, üst üste fotoğraf çekilmeler...
Sorsak; herkes evinde hayvan besliyor, sokak kedisi görünce taşlıyor... Hayır; muamma değil.
Düpedüz; gerçek!
Yeni Kitaptan :)