B*kunuzda boğulun!
Sıla karşıma geçti. Nasıl da güzel gülüyor. Nasıl da zeki bakıyor. Nasıl da hayat dolu görünüyor. Nasıl da geleceğe dönmüş yüzü. Ben, iki kız babası, onu ekrandan görüyorum, o bize gökyüzünden bakıyor. Şimdi bir mezar taşında donacak soyadı, Şen bir Türk! Yurdumda “müjdeler” uçuştuğu sırada, 21 yaşındaki Hüseyin Can, 16 yaşındaki Sıla’nın
1908’den sonra başlayan süreçte, İttihat ve Terakki’nin iyi niyetinden kuşku yoktur. Ancak devletler, iyi niyet üzerine değil, “önlem” ve “öngörü” üzerine yönetilir. Birinci Dünya Savaşı, Auzef
Reklam
📚👉 İNSANIN GELİŞİM VE DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE DİRENCİN ROLÜ 🦋 İnsanın temeli çocuklukta atılır ve yetişkinlik o temel üzerinde ilerler. Çocuklukta yaşanan eksiklik, yetişkinlikte kendini gösterir. 📚👉 DİRENÇ NEDİR? İnat etmek, ayak diremek, bir şeyin değişimine ve dönüşümüne karşı gösterilen bildiğin koşullarda ve yerde kalma isteği. 🦋 İnsan gelişime
Dostoyevski'nin cezaevi yıllarında yazdığı bir kitabından; " Bazı şeyleri yaşamadan anlayamazsınız, üzerinde yorum yapamazsınız. Kitaplardan okuyarak veya düşünerek, gözlem yaparak varmadım ben bu sonuca. Gerçekleri yaşadım, öğrendiklerimi doğrulamak için de çok zamanım vardı. "
insan kendi hayatından nasıl kaçsın ki?
Buruk bir acı kondu yüreğime gecenin bu saatinde nasıl gerçeğini bilmediğim geçmesini istemediğim ama varlığının beni diri diri yaktığını bildiğim bir acı….kaç kere başa sardığımı bilmediğim Ahmet Kaya şarkısı gibi beni başa saran bir acı. Bir insanın yokluğu değil, bir şehrin özlemi değil, bir eşyanın kaybolması değil aklımın kalbime oynadığı bir savaşın geride bıraktığı bir enkazın acısı bu. Hayatında ihtimallere yer vermeyen bir adamı, belirsizliğin ortasında gecenin bu saatinde kıvrandıran bir acı. Dağıtamadığım, dağıtmaya çalıştıkça dağıldığım bir paradoks. Seyda Perinçek’in “mirina bi saxi” dediği yerdeyim. Sözlerimi bir ilmik haline getirmiş de o ilmikle dar ağacında kendimi sallandırmışım gibi. Sönüp gitmek varken kalıp yanmayı seçmişim bulutların göz yaşları altında… kalbimin derinliklerinden kendimden dahi sakladığım anıların altında eziliyorum. Canımızı acıtan şeyleri insanlardan gizlemek yetmiyor kendimden dahi gizliyorum. Kendime bahsetmemişim anılarım, insanlara anlatamadığım acılarım gecenin bir yarısı bir karabasan gibi çökünce üzerime ne kaçabiliyor ne savaşabiliyorum. Hem bir insan kendi hayatından ne kadar kaçabilir ki? Boğazımdaki ilminin düğümünü çözdüğüm zamanlar boğazımdaki düğümleri de çözdüğümü sandım. Oysa ne boğazımdaki düğümü çözebilmişim ne içimdeki acıyı dindirebilmişim. Velhasıl 9 köyü yenmiş ama bir ihanete diz çökmüşüm ben….
Eskiler...
Sosyal medyada almış başını gidiyor,ah eskiler ne güzeldi,eskiden insanlar daha güzel konuşur,kendini ifade ederdi.Tamam,hatta bugün bunu ben de bir kez daha anladım.Kitap okuma sıklığım düştü biraz,bu yüzden diksiyonumda da kaymalar olmuş(zaten düzgün mü değil mi bilmem, geliştirmeye çalışıyorum :D )bir kaç satırlık şiiri kaç kere düzenleyip öyle kayda aldım.İsmimizdeki harfler,dizilim şekilleri de bu özlemi tetikliyor olabilir.Ama o kişileri ya da o zamanları bu kadar yadırgamak onlara yabancılaşmayı da beraberinde getirmez mi?Belki de kendi alışkanlıklarımızın, uğraşlarımızın üzerine bir kat daha koysak böyle sözleri sarf etmeyiz,hatta kişisel olarak geçmişi ele aldığımızda iyi ki yaptım,öyle olmasa gene böyle olacaktı.En azından elimden geleni kendimce yaptım deriz.İstisnai durumlar olabilir,ki bu da insanın hassaslığından doğan bir durum.Belki de bir çok kişiyle hemfikir olduğum söz gibi"eskiler eskiden güzeldi" :)
Reklam
921 öğeden 361 ile 370 arasındakiler gösteriliyor.