Kitap, trafik ışıklarında aniden kör olan bir adamla başlamaktadır. Bu körlük süt beyazı olarak tanımlanan bir beyaz körlüktür. Ayrıca bu körlük bulaşıcı bir salgındır. Kısa bir süre içerisinde tüm kent kör olmaktadır. Ancak yalnızca ilk kör olan adamın eşi kör olmamaktadır. Kadın eşini yalnız bırakmak istemediğinden kör olduğunu söylemektedir. Kör olanlar ve körlerle temasta bulunan insanlar eski bir akıl hastanesine alınmaktadır. Burada kör insanların içine düştüğü kaos, açlık gibi durumlar insanları vahşi bir yaşama itmektedir. Kitabı okurken kör olmayan kadınla o vahşete tanıklık ettiğimiz bir okuma yapmaktayız. Yazar metafor olarak körlüğü kullanmaktadır. Kitapta toplumdaki insanların çevresinde ve dünyada yaşanan olaylara karşı ne kadar kör olduğunu görmekteyiz. Toplumda insanların sadece kendisini düşündüğü, başka insanların hak ve özgürlüklerine saygı duymadığı bencilce bir yaşam tarzına büründüğü gerçeğiyle karşılaşmaktayız. Okurken insanların şartlar el vermediğinde ne kadar da bencilce ve vahşice yaşayabileceğini görmekteyiz. Kitap, okurken insanı çokça düşündüren bir olay örgüsüne sahiptir.