Ben dünyaya seslenmek, dünyayla bütünleşmek istiyordum, ama şevkimi kırıyor, hevesimi kursağımda koyuyordu dünya. Olduğum yerde kalmam, haddimi bilmem isteniyordu benden. Göreceklerdi öyleyse! Yine de onları uyarmıştım ben. Kölelik mi? Bundan bahsedilmiyordu artık, kötü bir anıydı bu, o kadar. Benim ikinci sınıf bir yaratık olduğum kuruntusu mu? Bu da gülünecek bir şeydi sadece. Bütün bunları unutmuştum yahut unutmaya hazırdım, yeter ki bana karşı gardını yüzünde tutmasındı dünya. Keskin dişlerim vardı hasımlarımın etine geçirebileceğim.
Ve onların tutup koparıcı gücünü hissediyordum çenemde. Ayrıca ...
Peki, ama nasıl oluyor bu? Tiksinmek, nefret etmek hakkı bütünüyle bendeyken, nasıl yüz çeviren onlar oluyordu? Kendisinden
özür dilenmesi, yalvarılması gereken kişi ben olduğum halde, nasıl oluyordu da, kendisine karşı en ufak bir nedamet, en ufak bir suç ikrarı arz edilmeyen kişi, yine ben oluyorum?
Derler ya, hayat kaderin cilveleriyle doludur, oysa hayat dünyadaki en aptal şeylerden biridir, birisi bir gün hayata, Aynen devam et, durmadan ilerle, yoldan hiç ayrılma, demiş olmalıdır ve hayat o günden beri aptallaşmış, bize vermekle övündüğü derslerden hiçbir şey öğrenememiş, kendisine verilen emri körlemesine yerine getirmekten başka bir şey yapamamış, önüne çıkan her şeyi devirip geçmiş, geride bıraktığı zarara hiç aldırmamış, bizden bir kez olsun özür dilememiştir.
Bedenimi değil, bir tımarhaneyi sunuyorum sana.
İçim cıvıl cıvıl deli çocuklar bahçesi
Kan falıma baktırdım bir vakte kadar ölüm görünüyor. Ve deli gömleği gibi duruyor yüzüm kafatasımda. Hiç tanığım olmuyor hiç yaşadıkça..