Yazmaya uzanan parmaklarım, sadece kendime yazmak istiyor ve hevesim de bunun eğiliminde. Şöyle oturup uzun uzun, en az beş bin sayfa yazasım var. Hiçbir şeyi abartmadan, edebiyata kurban etmeden, dümdüz ama dolu dolu yazmak istiyorum. Sadece kendim için yazmak istiyorum. Okuyucularımda uyanan merakın hiçbir önemi yok; iki dolu dolu okuyup anlayan, bir okuyup anlamayan kişiler lazım bana. Şöyle karşıma geçip, beni tebrik etmeleri ve hayranlıklarını dile getirip, beni onurlandırmak için değil. Birincisi okuduğunda kendisini bulmalı. İkincisi, toplumdan buna örnekler vermeli; beni bu ölçüye ulaşmış bulmalı. Üçüncüsü, “Hiçbir şey anlamadım,” demeli. Ne o benden özür dilemeli ne de ben ondan. Yazdıklarımın anlaşılıyor olmaması, beni endişelendirdiği kadar, anlaşılıyor olması da biraz endişe verici. Herkes anlamamalı yazdıklarımı. Bazıları buna yabancı kalmalı. Hiçbir fikir yürütememeli yazdıklarım hakkında. Hatta şöyle konuşmalı arkamdan: “Adam yazmış ama ne yazdığından hiçbir şey anlamadım. Eminim ki yazdıklarından kendisi bile hiçbir şey anlamamıştır.” İşte o zaman, anlaşılamama kaygısı kaygı olmaktan çıkıp, ihtiyaç duyduğum gereksinimi tamamlar.