Tutunamayanlar , aslında adıyla bize bir şeyler ifade eden ama hem anlatılabilecek kelimelere dökülemeyen anlamlar varken hem de bir cümleyle özetlenebilir ifadeler görüyoruz . Bunun nedenini kitabı okurken sürekli sorguluyorsunuz . Birden kendinizi Turgut Özben burda ne demiş olmalı , Selim Işık bize ne mesaj veriyor veya Günseli bu cümleyi neden kurmus ki ? Derken buluyorsunuz. Ya da birden Olricle konusmaya başlıyorsunuz. Karakterler birbinden neredeyse bağımsız ama hepsinin ortak özelliği tek . Diyalog neredeyse yok fakat hep bir konuşma tartışma halinde gibi paradokslar bütünü.
Cümleleri arka arkaya öyle sıralamış ki Oğuz Atay , karsısındaki insanla mı kafasındaki insanla mı yoksa kendi kendine mi konusuyor anlamak çok zor . Ama tuhaf yanı da bu cümleleri sesli okuduğunuzda sanki kitabı okumuyor da beyniniz sesli düşünüyor . Öylesine bizden öylesine hayattan akıyor cümleler . Bu anlamda üslup alısılagelmişin dışında.
Sanırım kitaptan ( hayattan ) ne beklediğinizle , daha doğrusu kitaba (hayata ) ne kadar tutunduğunuzla alakalı .
Başucunuzda durabilecek , rastgele bir sayfa açarak anlık tutunmalarınızı hatırlatarak yaşatabilecek devrim niteliğinde bir kitap .