Canımın içi, yüreciğin yaralandı. Gücümün ve zayıflığımın karşı konulmaz yasasına uyuyorum diye zalim sanma beni. Senin yüreğin yaralandığı vakit, benim kabına sığmayan yüreğim de seninkiyle birlikte kanar. Muazzam küçük düşmüşlüğümün sevinciyle senin sıcak canının içinde yaşıyorum ve sen benim canımın içinde öleceksin; pek tatlı bir ölümle. Elimde değil; ben sana yakınlaşırken sen de başkalarına yakınlaşacaksın ve aslında aşktan başka bir şey olmayan o zulmün sevincini öğreneceksin. O yüzden bir süre beni ve bana dair şeyleri tanıyıp bilmek isteme; fakat şefkatli ruhunun bütünüyle güven bana.
Önce kalbime sonra günahıma girdin, hiç mi sevilmedin diye sorduklarında aklına ben geleceğim ama boğazına kadar doluyken konuşamamak ne demekmiş o an öğreneceksin.
İstersen bi daha hiç anma adımı, istersen beni unuttuğuna yeminler et. Anısı olan bir sokaktan kaçsan, olur olmadık bi şarkıda yakalanacaksın yokluğuma.
Özleminden ölsem, yine de tek adım atmam sana. Bana olan sevgisizliğine katlanacak gücüm kalmadı. Yolda gördüğün kediye bile vakit ayırmışlığın vardı, bana sesini duymayı bile çok gördün.
saadet zamanı: avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben. endamımız çift, sûretimiz çift, ruhumuz tek, sen ve ben. bulandıran palavralardan azade, gamsız bir keyif, sen ve ben.
Seni öpersem, bir mahkûm özgürlüğüne kavuşur. Dudaklarım, çiçeklenir. Midemde kelebekler uçuşur. Seni öpmenin hayali; dört duvar karanlık bir odanın yalnızlığında başıma omuz olur.
Tüm mücadelem çok sevdiğimdendi, sevilmek istediğimden değil. Sen bunu anlamadın. Kalmak için verdiğim çabayı, geri döneceğime dair bir garanti sandın. İnsan hep zannettiklerinden yaralanır ya hep. Böyledir hayat.