Elif şafak romanlarının iki dönem içerisinde incelenmesi gerektiğine inananlardanım.
ilk romanları pinhan, mahrem, araf ve bit palas derin ve karanlık romanlardı. kimlik arayışındaki insanların zevkle okudukları romanlardı. anlatım uslubu, konuyu ele alışı betimleri ve özellikle de o karanlığı harikaydı. bu elif şafak'ın edebiyata katkı sağladığı ve gerçekten verimli eserler verdiği dönemdi. türk edebiyatı ve yeraltı edebiyatı arasında bir çizgi kurmuş nadir türk kadın yazarlardan biri belki de en çok bilineniydi.
sonrasında bir şey oldu, popülerlik sevdası; yayınevlerinin oyunu artık ne oldu bilmiyorum ama elif şafak değişti. o karanlık ve edebi kadın gitti, o betimlemeleriyle insanı sarsan kadın gitti ve yerine popüler kültürden beslenen toplumda dikkati nasıl çekeceğini bilen ve ona göre yazan bir kadın geldi. bir anda boy boy afişleri ve cafcaflı reklamlarıyla gözüme soktular kendisini. baba ve piç bu popülerliği adım atıp atmamak arasında kaldığı ve nispeten orta seviyeli bir romanı olarak kaldı.
süreç ilerlerken artık o bizim değil, popüler kültürün ve kuaför masasının yazarıydı. kendine ve eserlerine popülerlik adına yazık etti, bizi kendi edebiyatından mahrum etti. şimdilerde ağır cümleleri, osmanlıca kullanma sevdası ve sufilik adı altında popüler malzemeleri sömürmesi özellikleriyle bilinen kitaplar yazıyor.
oysa çok yazık etti kendine, özellikle çocuk sonrası sanırım o karanlık kadını sonsuza kadar hapsetti ve bizi kendisinden mahrum etti.