Kölelerden oluşan hiçbir devlet sonsuza kadar yaşayamaz.
"kölelerden oluşan hiçbir devlet sonsuza kadar yaşayamaz. Eski gelişim yasası işlemeye devam ediyor. Gösterdiğim gibi varoluş mücadelesinde, güçlüler ve güçlülerin soyu hayatını sürdürme meyli gösterirken, zayıflar ve zayıflardan türeyen nesillerse ezilip yok olma eğilimindedir. Bunun sonucunda güçlüler ve güçlülerin soyu yaşamaya devam ederken, bu mücadele geçerli olduğu müddetçe yeni gelen her neslin gücü de artar. Gelişim budur. Ama siz köleler -kabul ediyorum, köle olmak hiç de iyi bir şey değil- siz köleler gelişim yasasının hükümsüz kaldığı, zayıfların ve güçsüzlerin yok olmadığı, bütün güçsüzlerin her gün istediği kadar yiyip içtiği ve aynı güçlüler gibi evlenip yeni kuşaklar ürettiği bir toplum hayal edersiniz. Peki bundan nasıl bir sonuç çıkar? Gelecek kuşakların güçleri artmaz, hayatları değer kazanmaz. Tersine kaybeder. Sizin o köle felsefenizin can düşmanı işte budur. Sizin köle toplumunuzun, köleler için, köleler tarafından ve köleler vasıtasıyla zayıflatılması ve paramparça olması kaçınılmazdır, çünkü onu oluşturan hayat zayıflamakta ve parçalanmaktadır."
Sayfa 381 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
-Nasıl bu kadar yakınız biz? Aramızda nasıl bir bağ var böyle? Birbirimizi ilk gördüğümüz andan beri kopmadı. + buna yakın olmak denmez. - ne peki? + bağ demek de yetmez. -sonuç + bizimkisi ilahi bir birleşme.
Sayfa 561Kitabı okudu
Reklam
Her birimizin önüne konan hayat planı 25 yaşına kadar okullara gidip eğitilmek. Sonuç ne peki?
Sayfa 65 - Destek Yayınları, 120. Baskı Aralık 2021Kitabı okudu
Kavramları sadece bir açıdan ele alırsak bir anlamı olmaz, olsa da yanlış olur. Maalesef bütün dinî meselelerimiz de bu yüzden bir neticeye varamıyor. Zira meseleleri parça parça ve tek boyutlu ele alıyoruz. Vaiz veya müfessir bir konuyu ele alıyor, onu süsleyip püslüyor ve bir neticeye de varıyor. Sonra bu netice yanlış bir biçimde herkesi bağlayan emir, bir inanç ve bir esas olarak lanse ediliyor. Geçmişte de yoğun bir biçimde olduğu gibi bazen, “dünyadan yüz çevirme"den söz açılıyor. Şöyle ki: "Dünya boştur, harcamalarımızı azaltmalı, aristokrasiden uzak durmalı, mümkün olduğu kadar sade yaşamalı. Eğer iki ev ile idare edebiliyorsan üçüncüsünü alma, eğer bir evle idare edebiliyorsan ikincisini alma, eğer üç takım elbise ile idare edebiliyorsan dördüncüsünü alma” gibi. Bunlar tekrar edilen rivayetlerdir. Hatta bunlar ayet olarak, peygamberin uygulaması ve sünneti olarak, imamın uygulaması olarak da var, yani öyle lanse edildi. İşte bunlara dayanılıyordu ve bir kısmı bununla amel ediyordu. Peki, nasıl bir sonuç ortaya çıktı? Ruhbanlık, zahitlik ve dünyadan el etek çekme adıyla sapık bir sınıf türedi. Bu dünyadan el etek çekme öyle bir sonuç doğuruyor ki; ilahî nimetler ve memleket nimetleri gibi bütün nimetler züğürtlere, haylazlara, murdarlara ve gayri müslimlere kalıyor. Bu Müslümanlar dünyadan el etek çektiklerinden, gayri müslimler dünyayı yağmaladığından, insanların alın yazısı ve geleceği, ekonomik gücü kendinde barındıranların elinde bulunduğundan; ister istemez Müslümanların insani ve fikri gelecekleri başkalarının inisiyatifinde olur.
Peki, bütün o insanların bir araya gelmesi için, ihtiyaç duyulan tek düşman kim miydi? Ne önemi vardı ki! Kimin umurundaydı! Hem savaşlarda, düşmanın adı olmazdı! Düşman, düşman olarak bilinirdi! Çünkü bir adı olduğu fark edilince bir insan olduğu da hatırlanabilir ve savaş artık o kadar da soğukkanlı geçmeyebilirdi! Tarih, savaştığı insanların, örgütlerin, ülkelerin adlarını bilmeyen askerlerle doluydu! Sonuç olarak, tek düşmanın adının hiçbir önemi yoktu.
Esas, Türk milletinin saygın ve onurlu bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar toplumlar karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir konuma lâyık olamaz. Yabancı bir devletin korumasını ve sahipliğini kabul etmek, insanlık niteliklerinden yoksun olmayı, güçsüzlüğü ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimâl verilemez. Oysa Türk'ün saygınlığı, onuru ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir! Bundan dolayı, ya istiklal ya ölüm! İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı. Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını varsayalım! Ne olacaktı? Tutsaklık! Peki efendim, öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynısı değil miydi!
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.