“Tarihi yaşayan bir şey haline getirmeye gerek yok. Tarih zaten yaşayan bir şey. Tarih biziz.
Siyasetçiler, krallar ve kraliçeler değil. Tarih herkestir. Her şeydir. Şu kahvedir. Kapitalizmin, imparatorluğun, köleliğin tarihini sadece kahveden söz ederek bile anlatabilirsiniz. Burada oturup kağıt bardaklardan kahve yudumlayabilin diye dökülmüş kan ve çekilmiş sefalet akla ziyandır.”
Sanırım benim gibi yazarlığı iş belleyen biri için, bir insanın akıllı olup olmaması önemli bir konu değil. Benim yaptığım işte, akıllı olmaktan ziyade sezgilerinin güçlü olması daha önemlidir. Bu yüzden de “akıllı olmak ya da akılsız olmak” diye bir değer ölçüsü ile insanları değerlendirmem. Bu duru akademide farklıdır.
İnsanların, muhtemelen herkesin, unutamadığı bir durumu başkalarına sözcüklerle pek de iyi ifade edemediği, yüreklerine ağır gelen deneyimleri vardır, pek çoğu bunları tam dile getiremeden yaşar ve ölürler.
Keşke herkes kendi içsel deliliğini bilse ve onunla birlikte yaşamayı öğrense. Dünya daha kötü bir yer mi olurdu? Hayır insanlar daha yürekli daha mutlu olurlardı.
Yaşayın. Yaşamasını bilirseniz Tanrı da sizinle birlikte yaşar. Onun koyduğu riskleri göze alamazsanız, o Tanrı da uzak bir cennete çekilir ve yalnızca felsefi birtakım spekülasyonlara konu olur.