“nice limanlara yanaşacak gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana varamayacak,
her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok. üstünden çok zaman geçti bunların, ama benim hüznüm hepsinden eski.”
Durmaksızın düş kurarak, yapılmadık iş bırakmam ;karşımdaki konuşan kişinin yüzündeki mimikleri en ince ayrıntısına kadar yakalarım, cümlelerindeki milimetrik sapmaları fark ederim; ne var ki, duyduğum halde aslında onu dinlemez, bambaşka şeyler düşünürüm ve aramızda geçen konuşmadan en az anımsadığım, o sırada sarf edilen sözcükler olur-hem onunkiler hem benimkiler. İşte bu yüzden ,bir ettiğim lafı bir daha eder, cevabını aldığım soruyu tekrar sorarım sık sık; buna karşılık, sonradan aklımdan uçup giden bir şeyi söylediği sırada karşımdakinin yüz hatlarının gerilişini ya da daha önce anlattığını unuttuğum bir hikaye anlatırken, beni yalnızca gözleriyle dinleyişini, fotoğrafını çekmiş gibi, 3-4 sözcükle tarif edebilirim. İki kişiyim ben-ikisi de ortalarındaki mesafeyi koruyor, aralarında hiçbir bağ olmayan siyam ikizleri bunlar...
Başkalarıyla birlikte hareket ettiğimde en azından bir şeyi kaybetmiş olurum: tek başına hareket etme imkanımı.
Başkasına içimi döktüğümde sanki büyümüşüm gibi gelir, oysa aslında küçülmüşümdür. Başkalarıyla yaşamak ölmektir. Benim için sadece öz bilincim gerçektir.