Saraya intisap eden kızlar eğer Çerkes ise muhakkak fakir ve çiftçi bir aileye mensuptur. Zira Çerkesler'de aristokrasi diye bir sınıf ayrımı olmadığı gibi kendi devletleri de ne yazık ki olmamıştır. Ama eğer kız Abhaz ise, şüphesiz yüksek ve soylu bir aileden gelmektedir, çünkü Abhazya'da aristokrasi vardır ve tıpkı Avrupa'da olduğu gibi prens, dük vs. unvanları taşıyan pek çok soylu aileler mevcuttur. Fakat kız Gürcü ise, ailesi kat'iyyen tacirdir ve orta halli bir hanede dünyaya gelmiştir.
"Sultan II. Abdülhamid Han devrinin son dönemlerinde ve Sultan Mehmet Reşat Han'ın saltanat yıllarında Harem'e alınan kızların Kafkas asıllı değil de Arnavud veya Boşnak olduğu bilinir. Ne yazık ki eski düzeyinin değişmesiyle Harem-i Hümayun'daki intizam da bozulmuştur."
Mecidiyeköy'deki işine gitmek için Suadiye'den deniz otobüsüne binip Kabataş'ta inmiş. İş öncesi biraz vakti olduğu için orada bir çayhanede oturup simit-çay keyfi yapmaya niyetlenmiş. Derken birden kuşlar etrafını çevirmiş. Bu durum Yıldız'ın hoşuna gitmiş ve onlara simidinden küçük parçalar atmaya başlamış. Kuşlar durur mu? Hemen çoğalıp Yıldız'ın etrafında halkalanmışlar. Yıldız da şöyle düşünmüş; "Şu an kuşları besliyorum ya, sanki onlar benim kuşlarımmış gibi oldu!" Bu his hoşuna gitmiş. Sonrasında, "Yine bir gün erken vardım Kabataş'a," diye anlattı bana. "Bu kez bayağı açım. İki simit aldım, çünkü birini tamamen kuşlara atmak niyetindeydim. Aynı yere oturdum. Kendi simidimi yerken diğerini de kuşlar için ufak ufak parçalıyor, önüme yığıyordum. Ama bu sefer gelen giden yok; sağa attım, sola attım; kuşlar gelmedi.
Bir hüzün çöktü. Bu sefer içime baktım, niye bu kadar hüzünlendiğimi düşündüm. Ah! O an ilk defa anladım ki; simidin olması yetmiyor, kuşlara da ihtiyaç var."
"Bir de şunu anladım," demişti bana. "Kimin kime teşekkür edeceği belli değil. Onlara benim kuşlarımmış gibi bakıyordum ama anladım ki asıl ben onların Yıldız'ıymışım." Hiç unutamıyorum bu sözleri.