Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Günlük deyimlerimizi düşünüyorum. "Hayat erkeği" dediğimiz zaman ne anlarız? "Hayat adamı" dediğimizde, güçlükleri pratik yönden çözebilen, sıkıntıları çabucak aşan, başarıya ulaşmış bir erkeği anlatmıyor muyuz? Peki "hayat kadını" nedir? Bir fahişe. Birinde yüceltme var, öbüründe aşağılama. Neden "hayat adamı" olmak erkeği yüceltiyor da, "hayat kadını" olmak kadını aşağılıyor? Toplumsal bilinçdışında kadını aşağılamaktan kuşkusuz. "Hayat" dediğimiz yaşama zenginliğini nasıl daraltıyoruz. Ya "ev", ya "sokak"? "Evinin kadını" dediğimizde ne anlıyoruz? Evinin işini yapan, evini temiz tutan, yemeklerini düzenli pişiren, çocuklarına gereği gibi bakan, evinden başka bir şeyi gözü görmeyen kadın. "Evinin erkeği" dediğimizde? Evine düzenli gelen, içki içmek için, kumar oynamak için, arkadaşlarıyla gezmek için ev dışında hayatı olmayan erkeği. "Evinin kadını" deyiminde övgü var, "evinin erkeği" deyiminde beğeniyle karışık hımbıllık suçlaması. "Sokak kadını" deyimi var, orospu demek. "Sokak erkeği" deyimi yok. Sokak erkeklerindir. Kadın çıkarsa, orospuluğundan çıkar. Çocukları da unutmayalım. "Sokak çocuğu" gezmeyi seven, haşarı çocuklara yöneltilmiş sevimli bir eleştiri. Geleneksel kültürümüz, erkeklere ve kadınlara dünyayı böyle paylaştırmış. Neden mi? Dünyayı paylaşmayı bilmediğimizden.
... Bunların yegâne gayesi vakit öldürmektir. Sanki vakit onların bir düşmanı imiş gibi katletmeye çalışıyorlar.
Reklam
O "Bırak böyle şeyleri canım!" diyerek pratik hayatın muvaffakiyetlerinden , edebiyat gibi boş şeylerin mektep sıralarından sonra ancak zararlı olabileceğinden bahsetti.
Devlet hastaneleri doktorların yoksullar üzerinde pratik yaparak zenginlerden nasıl para kazanacaklarını öğrendiği yerdir. Yoksullar Bu yüzden onlardan korkar ve nefret eder, geliri iyi olanların ameliyatları da bu yüzden özel olarak yahut evlerinde yapılır.
Toplum hayatı, gerçek anlamını yitirdiği veya bulamadığı zaman, bireyler, şahsi eğilimleri ve karakterlerine bağlı olarak ya felsefe ve mistisizme sığınır ya da bedensel zevklere yönelir. Bu, yalnızca iki insan türünün var olduğu bir durumdur -sofular ve pratik epiküryenler. Bu, toplumun hasta olduğunun kesin delilidir.
Neticede Sekülerizmin özü; dinin pratik hayattan itilmesi, din-hayat ayrımının oluşmasıdır. Din, bir bağ olarak, helal-haram, meşru-gayrimeşru ve ahlak diye ekonomiye,hayata, siyasete kısacası her şeye girmekte ve zenginliğe karşı durmaktadır. Şu halde Sekülerizm, lâ dinî bir hayatı savunur. Aslına bakılırsa modern Batı laikliğini meşru kılan da çıkaran da dindarlar arasındaki kanlı savaşlardır. Bu anlamda dini olaylar ve savaşlar çıktıkça laik kesimin “ barış laiklikte” söyleminin ne kadar da ilginç bir hal aldığı görülür. Oysaki Dünya Tarihinde din sebepli savaşlar %7 civarında iken lâ dini kökenli savaşlar ise %93 civarındadır.
Reklam
Savaştan sonra, bilimsel keşiflerin ve pratik savaş alanı dene­yiminin birleşimi, gelecekteki savaşlarda hayatta kalma oranlarını artırmaya yönelik zemin hazırladı. Alexander Fleming'in 1928'de tesadüfen antibiyotik penisilini keşfetmesi, muharebe alanındaki tıbbi müdahalelerin gidişatını kökünden değiştirdi. II. Dünya Sa­vaşı'nda binlerce asker hastalıklardan ve ameliyat sonrası kompli­kasyonlardan kurtarıldı.
En çok değerlendirmen gereken, Vaktindir senin, geçip giden. Maalesef en kolay kaybettiğin, Bakıyorum aynı şeydir, neden?
"Sıcak ve soğuk dersten alıkoyuyorsa, Hayır yoktur o talebede gelmiyorsa."
Çayı kim keşfetti? okuyacak olana allah sabırlar versin :D
Çaysız bir dünya nasıl olurdu acaba? Çay keşfedilmeseydi, çaydanlık, çay fincanı, kaşığı, işyerlerinde çay paydosu, şehirlerarası otobüslerde çay molası olamazdı. Şükür ki çay milattan önce 2737 yılında büyük Çin İmparatoru Shen Nung tarafından tesadüfen de olsa keşfedildi. Shen Nung bir gün bahçede ağzı açık bir kapta su kaynatırken çalılıklardan
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.