Sonra kızın topuk seslerini duydum ve sisin içinden çıkıverdi. Aynı kız, aynı yeşil palto, aynı eşarp. Beni gördü ve gülümsedi. "Merhaba canım. Hoşça vakit geçirmek ister misin?"
Sakin ol, Bandini.
"Bilmem," dedim. "İsteyebilirim. Ama istemeyebilirim de. Bana
ne vaad ediyorsun?"
"Benimle yukarı çıkarsan görürsün."
Sırıtıp durma, Bandini. Tatlı dilli ol.
"Gelebilirim," dedim. "Ama gelmeyebilirim de."
"Hadi canım, yukarı çıkalım." Yüzündeki ince kemikler, nefesindeki şarap kokusu, sevecenliğinin altında yatan riyakarlık, gözlerindeki para açlığı.
"Ah, Camilla, yitik kız ! " dedim. "Uzun parmaklarını aç ve yorgun
ruhumu geri ver. Ağzınla öp beni çünkü açım Meksika ekmeğine. Burun deliklerime yitik kentlerin kokusunu üfle ve ellerim unutulmuş bir güney sahilini andıran beyaz gerdanında ölmeme izin ver. Şu uykusuz gözlerimdeki özlemi al ve bir güz tarlasında uçuşan kırlangıçları besle onunla çünkü seni seviyorum, Camilla, ve adın dönmeyen sevgilisi için son nefesini verirken gülümseyen cesur prensesin adı kadar kutsal."