TANRIÇA ARKETİPLERİ KADINLIKLA İLGİLİ MİTLER
...Aynı zamanda yaratıcıyı ve yok ediciyi temsil eder; Mısır tanrılarını yaratan, firavunlara gücünü veren odur. Isis'in bir adı da, eski bilgelik anlamına gelen Maat'ur (her şey deki bir şey ve şeydeki her şey). Dinler tarihin de bir tanrıçanın tek bir arketipsel özelliği temsil etmesi daha sonraki dönemlere rastlar; güç ve zenginlik, çağların geçmesiyle azalmıştır. Geriye doğru izleyebildiğimiz kadarıyla, ilk tanrıçalar, genellikle gece ile gündüz kadar uzlaşmaz ve kadının kendisi kadar akıl almaz olan pek çok ilkeyi birden temsil ediyorlardı.
Ayın evreleri, kadının üç çağıyla karşılaştırılabilir: hilal genç bakireyi, dolunay cinsel potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştirmiş kadını, son dördün de ileri yaşın bilgeliğini temsil eder. Dolayısıyla güçlü bir tanrıçayla ay arasındaki ilişki değişebilir ve çoğu zaman güçlü bir tanrıça kadınlığın üç yönünü birden temsil eder. Cadılar tanrıçası Diana-Artemis, efsanevi Amazonların büyük tanrıçasıydı. Amazonlar eski Trakya'dan Makedonya'ya, Kuzey ve Bati Afrika'dan Libya'ya kadar geniş bir bölgede hastaları iyileştirme ve ebelikte ustalaşmış savaşçı kadınlardı. Diana bu yönüyle gökyüzü tanrıçası, ayın saf ve temiz avcısı ve vahşi hayvanların koruyucusuydu. Ona inananlar genç kadınlardı, tapınağına erkeklerin girmesi yasaktı. Diana ikinci yönüyle Asyalı Artemis'ti; bütün varlıkların anası olan, zevk ve sefa düşkünü, çok memeli tanrıçaydı. Amazonlar tarafından Efes'te bir Artemis Tapınağı yapılmıştı ve bu tapınak İlkçağ dünyasının harikalarından biri sayılıyordu. Diana üçüncü yönüyle gece göğünün karanlık tanrıçası, salgın hastalıklara ve ani ölümlere yol açan Hekate'ydi. Hekate'ye geceyarısı, yolların birbirine kavuştuğu yerlerde tapılırdı. Diana kültü Tunç Çağında Akdeniz'in bütün merkezlerinde çok yaygındı. O ilk bilge kadın savaşçıydı, ebeydi, hekimdi ve kabilesinin lideriydi, ayrıca güçlü cinsel özellikleri vardı ve bağımsızdı. Tanrıça büyü ve yabanıl yaşam konusunda karşı koyulamaz bir güce sahipti. İlk tarım toplumları, yaşlı kadınlardan oluşmuş bir heyete yer verecek biçimde yapılanmıştı. Bu heyet günlük işler bittikten sonra gece ay ışığında toplanır, kadınların esas alanları olan hayat ve ölümle ilgili meseleleri tartışırdı.
Ölüm tecrübesi de rahibe ve bilge kadın arketipiyle ilgilidir, çünkü gerçek bilgelik, hayat ile ölümün hayat yolunda birlikte yürüdüklerinin farkına varmaktır.
Ölüm belki de büyük bir yanlış anlamadır. Rahibe ve bilge kadın arketipi, mitler aracılığıyla ölümün gündelik hayattaki gerçek yerini açıklar ve yaşlı kadınların, hatta bütün kadınların, bu geçişi hayat döngüsünün başı ve sonu olarak kabul etmelerine yardımcı olur.
Hayattaki en büyük korkulardan biri olan ölümün esrarı, çoğu mitolojik öyküde hayatın sonunu değil, ilerideki yeni hayatın başlangıcını oluşturur. Doğduğumuz günden itibaren hayatın ölüme doğru bir yolculuk olduğunu düşünebiliriz; çünkü ölüm anında her şey bir doruğa ulaşır, tek bir anın içinde toplanır. En büyük felaket ölümün yanlış anlaşılması, yani ölüme tabu gözüyle bakılması, herkesin kendisinin ve sevdiklerinin ölümünü tek başına ve bunun anlamını anlayamadan yaşamasıdır. İnsanın doğal bir ortamda yaşadığı, hayat ile ölümün her gün varoluşun bir parçası olarak görüldüğü eski çağlarda ise, insanın yolculuğuyla hedefinin bir ve tek olduğu öğretilirdi. Ölüm ve hayatın ölüm yoluyla yenilenmesi insan tecrübelerinin belki de en derinidir ve bu yüzden mitolojiye bu kadar egemendir.
Leo Frobenius Monumenta Africana adlı yapıtında, ilkel insanlar arasında ölüme yönelik iki karşıt tutumun gözlemlenebileceğine işaret eder. Hayat tarzları yaşayabilmek için öldürmeye dayanan, ölen ve öldüren hayvanlar arasında yaşayan ve eceliyle ölme gibi organik bir ölüm tecrübesinden neredeyse habersiz olan avcı kabilelerde, ölüm şiddetin bir sonucudur ve genellikle büyüyle ilişkilendirilir. Büyü hem ölümden korunmak hem de başkalarına ölüm getirmek için kullanılır; ölülerin, öteki dünyaya gönderildikleri için öfke duyan, bu yüzden de yaşayanlardan öç almaya çalışan tehlikeli ruhlar olduğu düşünülür. Korku ve büyü, ölüm karşısındaki bu tutumun temelini oluşturur.
Verimli bozkırlarda yaşayan ekici toplumlar da ise ölüm, hayatın yeniden doğuşu önceleyen, tohumun ekildiği ana benzeyen, doğal bir evresidir. Frobenius avcıların tutumunu "büyülü", ekicilerinkini ise "mistik" olarak adlandırır. İlkinin fiziksel düzlemde yer aldığı, ikincinin düzleminin ise varoluşla derin bir birlik duygusunu temsil ettiği görüşündedir. Olum karşısında iki karşıt tutum, iki karşıt mit dünyası oluşturmuştur: biri yaşam ile ölümün hayvan dünyasındaki etkisinden, diğeri ise bitkilerdeki hayat, ölüm ve yeniden doğuş modelinden kaynaklanır. İlkinde hayvan yok edilir; eti bir ayinin parçası olarak yenir, derisiyle kemikleri süs ve giysi olarak kullanılır. Ekicilerin tutumu ise tersine, Doğu'nun şiddetten uzak hayat anlayışı olarak görülebilir; orada ölüm, mistik olan ve varoluşun içinde kendini belli eden bir şeyin dünyevi tezahüründe yalnızca niteliksel bir aşamadır.
İngilizce'deki "cadı" (witch) sözcüğü "bilge kadın" anlamına gelen wicca'dan türemiştir. Bilge kadınlar ebelik yapar ve şifalı bitki ve otların iyileştirici özellikleri konusunda geniş bir bilgiye sahip oldukları için hastaları iyileştirirdi. Yani cadılar, ilk doktorlardı. "Cadı" sözcüğü ancak ataerkil düzen başladıktan sonra olumsuz yananlamlar edindi, bu yananlamlar günümüzde de varlığını sürdürmektedir.