on beşinde bir arkadaş
inancını savunurken yargıca
anladı bulana durula akmakta olan şeyi.
yürüyorum
azarlanıyorum fışkıran başaklarla
iki bomba gibi taşıyorum koltuğumda ki bir çift somunu
hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
gözlerim nemli değil.
gözlerim namlu.
bir trenin camlarında uzayıp giderken dünya
yakalanmayan görüntüler mutluluklardır belki
acılarsa, uzun uzun beklenilen istasyonlara benzer
iki uzaklık arasındadır her insanın tarihi
gitsem bütün akşamlar geç, sabahlar erken
kalsam bu kent alnıma yeni çizgiler ekler
akıp giden her suyla akma isteği midir bu?
açan her çiçekle açmak mı gelir içimden?
oysa acılarımızdır birbiriyle çarpışan yaşam boyu
mutluluklarımızdır, cephe gerilerinde bekleyen
hayata duyduğumuz aşırı sevgiden
umuttan ve korkudan azad olan bizler
tanrılara,tanrı diye ne varsa
şükranlarımızı sunarız
değil mi ki hayat sonsuza kadar sürmez
ölüler asla dirilmezler
ve en yorgun ırmaklar bile
bir yerde denize karışırlar
Gözbebeklerinde bir ağrıyla gelirdi. Ben, kirpiklerimde binlerce yol, parmaklarımı kalbime batıra batıra beklerdim. Sokakların telaşıyla odaların suskunluğu arasına sıkışmış kekeme hayaldi. Gülüşü, bir yaprak ummanında gün ışığı gibi hüzünlü bir sevinç verirdi. Akşamüstüne benzeyen sesle konuşurdu. Kendisine ait olmayan bir zamandan yaşamaktan bunalmıştı. İki kuşağın yanlışlarından bir dağ taşırdı iki kaşı arasında. Ellerini mi, rüzgârlı bir yaprağı mı tutardım seçemezdim.
bu kambur benliğimin ötesinde özgür benliğim yaşar ;ona göre alaca karanlıkta yapılan savaştır hayallerim ve takırdayan kemikler de tutkularım
özgür benliğime kavuşmak için fazla genç ve öfkeliyim
ama nasıl kavuşurum özgür benliğime kambur benliklerimi öldürmeden yahut bütün insanlık özgür olmadan?