Ahmet Kaya'nın sözleri üzerine salonda homurtular ve yuhalamalar başlar. Ardından laf atmalar, küfürler ve Kaya'ya çatal bıçak fırlatmaya varana kadar bir arbede yaşanır. Kimi sanatçı ve görevliler Kaya'nın masası etrafında güvenlik oluşturmaya çalışırken, sanatçı Serdar Ortaç'ın 10. Yıl Marşı'nı söylemesi ve Reha Muhtar'ın salondaki herkesi "Bir Başkadır Benim Memleketim" şarkısını söylemek üzere sahneye davet etmesiyle gerginlik iyice artar. Olayların büyümesi üzerine Kaya, apar topar salondan çıkarılıp taksiye bindirilerek uzaklaştırılır.
"Götüremeyceğin yükü yüklenme. Yüklenirsen sana ağırlık verir, vebâl getirir. Yok yoksul kişilerden, kıyâmet günü, senin azığını yüklenecek birini buldun mu, bunu ganimet bil; yarın ona muhtaç olduğun vakit o, o azığı sana sunar."
Allah'ın lütuf ve şefkati tecellî edip ortaya çıkınca recâ (umut) makamına ulaşır. Onun azamet ve büyüklüğünü müşahede edip alçak dünya kendi gözünde hor ve itibarsız olunca dünyaya itibar etmeme hali ortaya çıkar ve fakrı (fakirlik ve Allah'a muhtaç olduğunu idrak etme halini) tercih eder. Zühdü (dünya malına önem vermemeyi) alışkanlık ve karakter haline getirir.
Şunu da bilmek gerekir ki, bu makamları detayları ve sırasıyla aşmak, sâlik-i meczûb (yani önce tasavvuf yoluna giren, sonra cezbe ile Allah'a yaklaştırılan) kişilere mahsustur.
Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün birbirinin benzeri olan “Epilepsi ile Orgazm”, “Caligula” ve “Hasta Despot” kitaplarını üst üste okuduktan sonra yaklaşık 10 sene önce okuduğum, Yılmaz Dikbaş’ın “Saralı Ünlüler: Epilepsi ve Deha” kitabını tekrar gözden geçirdim. Bu kitabı okuduğumda Küçük’ün yukarıda adını verdiğim kitaplarını hiç elime almamıştım.
"Baksana Tengo. Deha ile önsezi arasındaki en büyük farkın ne olduğunu biliyor musun?"
"Bilmiyorum."
"Nasıl bir deha sahibi olursan ol, bir kap aşa muhtaç kalabilirsin, ama önsezilerin güçlüyse aş derdin olmaz."
tasavvuf yolcusu Cenab-ı Hakk'ın kudretini kendi üzerinde ve bütün eşyada müşahede edip izleyince mecburen tevbeye yönelir, korkar. Vera' (haram ve şüpheli şeylerden sakınma) yolunu tutar. O'nun takdirine sabreder, hiçbir şeye gücünün yetmediğini anlar. Nimetlerin gerçek sahibinin O olduğunu bilip verenin ve alanın O olduğunu idrak edince, çaresiz şükür makamına gelir ve tevekküle ayak basar. Allah'ın lütuf ve şefkati tecelli edip ortaya çıkınca recâ (umut) makamına ulaşır. Onun azamet ve büyüklüğünü müşahede edip alçak dünya kendi gözünde hor ve itibarsız olunca dünyaya itibar etmeme hâli ortaya çıkar ve fakrî (fakirlik ve Allah'a muhtaç olduğunu idrak etme hâlini) tercih eder. Zühdü (dünya malına önem vermemeyi) alışkanlık ve karakter hâline getirir.
“Allah dostları (mizaçlarına göre) üç sınıftırlar. Her üç sınıf da, üçer alâmetle bilinir:
Birinci sınıf (Hak dostları), havf (korku) hâlinde olanlardır. Bunlar;
Dâimâ mütevâzıdırlar.
Hayır-hasenatları ne kadar çok olsa da onu az görürler.
En küçük hatâlarını bile büyük görürler.
İkinci sınıf (Hak dostları), recâ (ümit) sahibi kimselerdir.