Ayaklarım veya arabam bir virajı aldığında, "Burayı daha önce hiç görmemiştim" dediğim o büyülü anlar... O kadar süre boyunca içinde yaşadığım evde yıllar sonra fark ettiğim mimari bir detayın ya da bir dehlizin, aslında gerçekte nerede olduğumu hiç bilmediğimi öğrettiği o zaman dilimleri... Aşina olduklarımıza bizi yeniden yabancılaştıran, evimin yakınlarındaki kayıp manzaralara, mezarlıklara veya canlı türlerine ilişkin bitip tükenmeyen hikayeler... Etraftaki her şeyi unutturan sohbetler... O gün hissettiğim ve yaptığım her şeye renk kattığını fark edene dek unuttuğum rüyalar...
Böylesi bir kayboluş, aslında yolunuzu veya başka bir yolu bulmak için başlangıçtır fakat kaybolmanın başka yolları da vardır.
Bize kendisini açan bir hayat var, bütün renk ve cıvıltılarıyla; elimizi uzatsak dokunacağımız, ruhumuzun pencerelerini açsak içimize dolaşacak bir hayat.
Sen de, her şey gibi, yakınımda iken,
Sen de oluyorsun gözlerimde diken.
Git, git benden uzak, uzak bir yere git;
Ne olur, içimde her zaman bir ümit,
Her uzak şey gibi öyle yalnız hayal,
Yalnız rayiha, renk, şarkı halinde kal.