ReGe

ReGe
@rmysgnc
19 November
9 reader point
Joined on May 2022
Yalnızlığımın asıl sebebi ise hangi hikayenin parçası olduğumu benim de bilmemem. Bir hikayenin parçası olacaktım, ama bir yaprak gibi düştü oradan
Reklam
Ölümü tasavvur etme tarzım, aşka dair hayallerimden pek farklı değildi: ölümde bir bitkinlik, tatlı bir hezimet görüyordum. O günden beri, ömrüm boyunca, bu iki saplantı sırayla zihnimi meşgul etmeyi sürdürdü; biri beni diğerinden kurtarıyordu ve hiç bir akıl yürütme beni ikisinden birden kurtaramıyordu.
Herkes her şey en küçük kum tanesi bile ne zaman ne olacağını biliyor ve sadece bekliyor, gök ineceği yeri, kimin göğün serin örtüsüne yakın olmaya ihtiyaç duyduğunu biliyor ve inebileceği en aşağısına iniyor, diye düşünüp benim tenhalığın bir sahibi yok, bir kıpırdadığı zaman yok, demek ki bu, sahibi tarafından oluşturulmuş bir tenhalık değil, bu, ruhun ve bedenin olmadığı, düşüncenin ve zihnin de olmadığı bir şey varsa işte onun, ya da bu olmayan yere var diye gelenin yani yanılanın yalnızlığı diye düşünüyordu. Tutuştuğu yer de burasıydı.
Sayfa 222Kitabı okudu

Reader Follow Recommendations

See All
Bazen tüm işittiklerinin, ona hissettirilenlerin, var denilenlerin kişiye mahsus bir hayal, kişiye ait dayanak olduğu, belki sadece onu ayakta tutmak için ona fısıldanan bir teselli olduğu da, olabileceği de aklına geliyordu. Bazen bir güçsüze verilmiş gibi yapılan değer, inanırmış gibi yapılan kaş kaldırışı, bir zavallıya, meczuba söyleniveren söz gibi belki Allah'ın da kimine yalan gelecek ama ihtiyacı olanın omurgasını düzeltecek bazı lütufları vardı. Ama bu o durumda olanın kullanıma vardı, diğeri için yoktu. Çünkü Allah hiçbir şey vermediğine genelde teselli verirdi. Bu akıldan dolayı da bir büyüklenme, yani ucundan gene bela verirdi.
Sayfa 192Kitabı okudu
Hayır, hiç kimse intihar kararına varmaz. İntihar bazılarında birlikte bulunur. Onların yaradılışlarında mevcuttur ve onun elinden kaçamazlar. İşte bu alın yasızısın hakimiyet gücü vardır. İnsana hükmeder. Fakar aynı zamanda bu, benim. Kendi kaderimi kendim yarattım. Şimdi artık elinden kaçamam, kendimden kaçamam.
Reklam
çünkü çoğu kişiyi biz mutsuzluklarını ellerinden alarak mutsuz kılarız Wertheimer mutsuzluğunu yitirmekten korkuyordu ve kendini başka bir nedenden ötürü değil bu nedenle öldürdü, diye düşündüm, tıpkı milyonlarca diğer acı çeken yoldaşını mutlu etmeye çalıştığı gibi onu da mutlu etmeye çalışan bu dünyadan kendisini ayırdı, kendisine ve herkese karşı çok büyük acımasızlıkla buna engel olmayı bildi, çünkü tıpkı diğerleri gibi kendisini ölümcül biçimde, başka hiç bir şeye alıştırmadığı gibi mutsuzluğa alıştırmıştı.
Bilincimi yitirmiştim. Sanki ismini eskiden biliyordum. Gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna, hareketlerine öylesine aşina idim ki, ruhlarımız önceki bir hayatta , cisimsiz madddesiz bir alemde karşılaşmış da tek asıldan, tek maddeden oluşmuş, böylece bizim yeniden birleşmemiz adeta kaçınılmaz olmuştu. Bu hayatta da onun yanında olmalıydım. Hiçbir zaman el sürmek değildi istediğim; gövdemin görünmez ışınlarının ona değmesi bana yetiyordu. Korkunç macera! İçimde ilk görüşten kalma, aşina bir duygu: Ben onu tanıyorum. İki sevdalı hep aynı hisse kapılmazlar mı, birbirlerine önceden rastladıkları, aralarında esrarlı bağlar olduğu duygusuna kapılmazlar mı. Bu aşşağılık dünyada ya onun aşkını isterim ya da hiç kimsenin! Hem mümkün mü başkasının beni etkilemesi?
Kendimi içinde bulduğum, beni doğrudan doğruya dünyanın dışına iten bu durumdan başka bir durumu hiç istemiyorum ki,
Her zaman en tepedekini, en itinalıyı, en esaslıyı, en olağandışı olanı, hem de daima sadece en aşalığın ve en yüzeyselin ve en bayağının fark edildiği yerde talep etmemiz gerçekten de hasta ediyor insanı. İnsanı ileriye götürmüyor, öldürüyor onu. Yükselişi beklediğimiz yerde çöküşü görüyoruz, kendi hatamız bu, kendi şanssızlığımız. Doğal olarak çok azın talep edileceği yerden biz daima her şeyi talep ediyoruz, bizi umutsuzluğa düşürüyor bu durum. Biz bu insanı tepelerde görmek istiyoruz, ama o daha aşşağılardayken başarısızlığa uğruyor, gerçekten de her şeyi elde etmek istiyoruz ve gerçekten de hiç bir şey elde edemiyoruz.
Ciddiyetten kurtulmaya da yaşamaya da yaratmaya da ciddiyetle çabalamıştım, anlıyorum kendimi. Ama her yeni çabalayışımda pusulamı şaşırıyor, çıkar yol bulmak için de ya karanlıklarıma gömülüyor ya da böyle bir şeyi ne kendisi yaşayan ne de başkalarında bu görüntüye katlanabilen birinin önünde diz çöküyordum. Yaşamak diyorum ama bilmiyorum anlamını. Ne yaptığımı bilmeden çabaladım buna. Belki de yaşadım, kim bilir hiç farkına varmadan.
Reklam
İçimden bir ses sana ne verilirse verilsin yeterli olmayacak çünkü bütün bunları içine koyacağın, bilinçle şekillenmiş bir kabın yok diyor; her şey dağılıp dökülüyor.
Yaşamak, hafıza denen köstebeğin durmadan deştiği, kurak bir şimdiyi tüketme işidir.
Ben inanma arzusuyla cezalandırılmışım fakat nasıl inanacağım kime inanacağım inandığımı kaç defa kaybedip kaç kez yeniden bulacağım esas soru budur Şevket senin kafan rahat senin böyle dertlerin yok yaşamak senin üstüne saldırmıyor ben kendi varlığımı her gün sırtımda ziften bir haç gittiğim her yere taşıyorum ben her şeyi bir tür ağırlık gibi yaşıyorum ben birini ya da bir şeyi ancak devasa bir yük gibi anlıyorum bir kalksam ayağa bir dikilsem bir doğrulsam bir kendime gelsem kendim denen şey neresidir onu bir bilsem işte o zaman ben de muhakkak ki dik durup dünyaya doğru esneyeceğim genişleyeceğim hafifleteceğim.
Her şeyi hep değiştirmek istemek; bu benim için daimi bir ihtiyaç, en asap bozucu çatışmalara götüren, rezil bir heves.
Sayfa 168Kitabı okudu
Kendimi dış dünyaya gittikçe daha sıkı kapatıyorum, diye düşündüm. Kendime hava deliği bile bırakmıyorum! Kendimi böyle kapatarak bir sürü insanı da incitiyorum. Olur da zayıf anıma gelip diğerleri ısrar ettiği için bir sohpete girersem pişman oluyorum. Başka seçeneğim var mı?
Dünyayla ilişkimi kesmiş değilim; sadece kendime her gün yeni bir enerjiyle, ilerlemek için ihtiyacım olan inzivayı sağlıyordum. Sık sık acımazsız davranıyor, yakınımdakileri incitiyordum.
Reklam
Didinme ve yaşama gailesi üstüne yapışık olmadığından o da gözlerini etrafa çevirmiş. Çeviriş de o çeviriş olmuş, bir daha bakmaktan başka adeta bir şey yapamaz olmuş ve bakışın içine hapsolmuş.
Ben kendimi ömrüm boyu, neden bilemem, aslını bilemem, sebeplerini bilemem, bir kusur timsali olarak gördüm. Bir kusur sürahisi idim de ne akıtsam öyle akıtır, kusurlu akıtırdım. Hep eksik ve kırıktım da tamamlanamazdım. Hep yarım ve yanlış anlamadaydım da doğrulamazdım. Hep bir ayıp gizlemek zorundaydım da bu ayıp zaten bendim, bundan kurtulamazdım. ... Dertli olduğumu ve deva bulmaz olduğumu elbet biliyordum ama kusur bilmezliğin de bir sıhhat olduğunu zannedecek kadar hasta değildim.
Kendimde bir tuhaflık algılar gibi oldum ama üzerinde durmadım. Dursam, Allah korusun bir dursam, dünyada duracak ne bir yol ne bir durak ne bir şey bulurdum. O yüzden kendi üzerimde pek durmadım. Kendi üzerinde duran bu ağırlıkla kendi üzerine yıkılandan başkası olamaz.
Ben neden inanmaya bu kadar açım? Neden kişilik atfettiğim herkesin söylediği en ufak söz benim kıblem oluveriyor? Neden her şeyi açıklayan öğretiler hayatımın sorumluluğunu almamı engellediği gibi saygı duyduğum her insan da beni bir çırpıya kendimden şüpheye düşürüyor?
Sayfa 105Kitabı okudu
...Nüzhet hepsini anlıyor. Öyleyse bunları gizlemek faydasızdır, söylemek de faydasız; bu iki şeyden başka bir şey yapamayacağım için bunalıyorum. ... -Peki... Sen söyle... Ne düşünüyordun? -Bir çok şeyler... -Ne gibi? -Birçok... Anlatamam... Kısa kısa, başka başka, bir çok şeyler...
Reklam
Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıztıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür.