Kuşkusuz Roma imparatorluğu uzun zaman önce parçalanmıştı. Ancak insanlar Roma imparatorlarının antik dünyayı bir dönem güvenli kıldıklarını unutmamıştı. Roma'nın zengin ve müreffeh bir imparatorluk olduğunu unutmamışlardı. Romalı hükümdarların ülkelerinin dört bir yanında sağladıkları Roma Barışı'nı unutma mışlardı. Şarlman'ın da aynı barış ve refahı ortaçağ dünyasına getireceğini ümit ediyorlardı.
Kralların krallıkları kimi zaman dağlarla, nehirlerle, kimi zaman da adetlerdeki bir değişimle ya da dilin bir değişime uğramasıyla sınırlıdır. Benim krallığım ise dünya kadar büyüktür çünkü ben ne İtalyan ne Fransız ne Hint ne Amerikalı ne de İspanyol'um: Ben dünya vatandaşıyım. Hiçbir ülke benim kendi sınırları içinde doğduğumu
Romalı şair Tibullus, "Issız yerlerde kendi kendine bir âlem ol," diye boşuna dememiştir. Kendi başınıza düşünmeniz, kurup kurgulamanız, bir şey yaratmanız lazım.
Kadınlar niçin tırnaklarını boyuyor?
Parmaklara ve tırnaklara kına sürmek, milattan önce 3000 yıllarında
Mısır’da çok yaygındı. Buna rağmen kadınların tırnaklarını boyama
adetinin asıl kökeni Çin’dir. Çin’de kadınların tırnak renkleri, ait olunan sosyal sınıfın bir göstergesiydi. Milattan önce 600 yıllarında Çin hanedanının tırnak renkleri altuni ve gümüşi renklerdi.
Daha sonraları kırmızı ve siyah renkler asaletin sembolü olarak yüzyıllar boyu kullanıldı.
Mısırlılarda da, koyu kırmızı başta olmak üzere, kırmızının tonları asaletin
derecesini belli ediyordu. Toplumun alt kademelerinde yaşayan kadınların
tırnaklarını sadece soluk renklere boyamalarına izin veriliyor, kimse
kraliçenin ve kralın tırnak boyalarının rengini kullanamıyordu. Eski
Mısır’da krallar da tırnaklarını boyuyorlardı.
Erkeklerin de tırnaklarını boyamaları Mısırlılar, Babilliler ve sonraları
Romalı üst rütbeli savaşçılar arasında yaygındı. Romalı komutanlar savaşa
gitmeden önce saçlarını yağlarla parlatmak, kıvırcık hale getirmek ve
tırnaklarını dudakları ile aynı renge boyamak için saatler harcıyorlardı.
Tarihte el ve ayak tırnaklarına gösterilen bu itina kapsamında manikür de
vardı. Ur şehrinde yapılan kazılarda, Babilliler’e ait mezarlarda, saf altından
manikür setleri bulunmuş olup mezarlardaki ölülerin tırnakları düzgün
kesilmiş ve törpülenmişti.
Kadınların boyanmış tırnakları, binlerce yıl önce de bugün olduğu gibi
bakımlı olmanın, kültürün ve asaletin sembolüydüler. Ancak aynı zamanda
da çalışanlar ile tüm günlerini tırnaklarına bakarak geçiren aristokratları
ayıran bir göstergeydiler.
Daha önce söz ettiğimiz gibi Latince natio -aynı anneden doğan birden çok yavru- Roma'da, Romalı yurttaşlardan olmayan, yabancı topluluklar için kullanılan aşağılayıcı bir sözcüktü. Roma'nın düşmesinden yüzlerce yıl sonra ortaçağın ilerleyen yıllarında, Batı Avrupa'da aslen Hristiyan kurumlar olan üniversiteler kuruldu. Bu
Daha az felsefi düşünen Romalılar da eşitsizliğin hiçbir biçimde adaletle çeliştiğini düşünmüyordu. Atinalılar gibi onlar da Romalı yurttaşlarla -Roma halkıyla- daha iyi bir hayat fırsatı yakalamak için Roma'ya gelen yabancı topluluklar arasındaki ayrımı kesin hatlarla belirlemişti. Yabancıların Roma yurttaşlığı edinmesi imkânsız değildi ama çok zordu. Onların ikinci sınıf yurttaşlar olarak görüldüklerini söylemek, onlara karşı takınılan tutuma dair yanlış bir intiba uyandırabilirdi çünkü aslında yurttaş olmamakla kalmıyor, alt-insan olarak telakki ediliyorlardı. Onlarla soylu populus Romanus [Roma halkı] arasında eşit sayılabilecek hiçbir şey olamazdı. Roma halkı arasında ikamet etmekle birlikte Roma halkının parçası olmayan bu yabancı topluluklar için kullanılan aşağılayıcı ortak terim, Latincede besicilerin ahırlarda sığırların altına serdiği saman ya da talaş, ayrıca hayvanların doğurduğu döl anlamına gelen natio -"nation, yani millet"- idi.
Keltler, politikadan ziyade dil ve gelenekle bir araya gelmiş ve altın çağlarını MÖ son bin yılda yaşamış Avrupalı bir kabile medeniyetidir. Çoktanrılı ve savaşçı bir halk olan Keltler, Orta Avrupa'da ortaya çıkmış ve en parlak dönemlerinde Fransa, İspanya ve zamanla Britanya'ya ulaşmışlardır (Stonehenge, Kelt druidlerinden en az iki bin yıl önce inşa edilmiştir; Romalı tarihçiler bu gibi birçok konuda yanılmışlardır).
Roma İmparatorluğu'nun genişlemesiyle birçoğu asimile oldu (Jül Sezar'la savaşan Galyalılar Keltik'ti ve Roma kültürüne hemen dâhil oldular; Sezar, savaşa giderken mavi çivit otu taktıklarıyla ilgili bir hikâye aktarmıştır). Cermen kabilelerinin yayılmasıyla toprakları iyice küçülen Keltler, Roma İmparatorluğu'nun çöküş döneminde yalnızca Bretonya (Kuzeybatı Fransa) ve Britanya Adaları'nda bulunuyorlardı. Bununla birlikte bu kültürel miras 1066'daki Norman işgali ve sonrasındaki direnişi şekillendirdi: Galler, İrlanda, Cornwall ve İskoçya, genleri değilse bile Kelt kimliği taşımaktadır.
"Romalı ilahiyatçı ve kilise yazarı Hippolytus, kendisine göre 'sapkın' görüşlü Hıristiyanları konu ettiği bir eserde, 3. Yüzyılın birinci yarısında bu akımlardan otuz üç tanesini ismen saymakta ve tanımlamaktadır. Kilise tarihinin meşhur yazarlarından Salamisli Epiphanius ise 'Panarion' adlı eserinde Hıristiyanlık bünyesinde kendisine göre 'sapkın' olan altmış kadar grubu tanınmaktadır. Söz gelimi 'Panarion' özelinde konuşulacak olursa, 3. Yüzyılın ikinci yarısında Hıristiyanlık dünyasında İsa hakkında onlarca farklı görüş bulunduğunu söylemek gerekir."