Yine yüce Allah, mahlukatı, kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. Onların yaratılmasındaki amaç budur. Yüce Rabbimiz “Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” buyurmaktadır.
Yine Yüce Allah, onları gayba iman etmelerinin söz konusu olacağı
bir yurda indirdi. Gayba iman ise asıl fayda veren imandır. Görünene ise
hiç kimseye dünyadaki imanından başka bir imanın fayda vermeyeceği
bir iman ile kıyamet gününde zaten herkes inanacaktır. Eğer onlar Naîm
yurdunda (cennette) yaratılmış olsalardı gayba iman derecesine ve buna
bağlı olarak elde edilecek ve kendisi olmadan da elde edilemeyecek lezzet
ve üstün ikrama nail olamayacaklardı. Aksine nimetler yurdunda bundan
farklı bir zevk ve ikrama nail olacaklardı.
Yüce Allah, onlara emirler vermeyi, yasaklar koymayı ve onları denemeyi murad etti. Cennet teklif yurdu olmadığı için de onları yeryüzüne indirdi. Böylelikle kendilerini emirler verip yasaklar koymadan ulaşılması mümkün olmayan en üstün sevap ve mükâfatlar ile karşı karşıya bıraktı.
Yüce Allah, sabredenleri, ihsan edicileri, yolunda saf hâlinde savaşanları, tevbekârları, her türlü şirkten, kötülükten, pislikten temizlenip arınanları, şükredenleri sevdiğinden ve O'nun sevgisi türlü ikramların en yücesi olduğundan, hikmeti gereği Âdem'i ve onun evlatlarını öyle bir yurda yerleştirdi ki onlar, o yurtta kendileri vasıtasıyla sevgisinin en yüce ikramlarına nail olacakları bu nitelikleri yerine getirecekler. İşte bundan dolayı onların yeryüzüne indirilmeleri üzerlerindeki nimetlerin en büyüklerindendir:
“Allah, rahmetini dilediği kimselere tahsis eder.”
Yüce Allah, insanlığın atası Âdem aleyhisselam'ın cennetten pek çok
hikmet dolayısıyla yeryüzüne indirmiştir. Söz konusu bu hikmetler, akıl
ların bilmekten aciz kalacağı, dillerin anlatmayı başaramayacağı kadar
çoktur.
Yüce Allah, hem
ona hem de onun soyundan gelecek evlatlarına dünyanın yorgunluklarını,
gam ve kederlerini, zorluk ve sıkıntılarını tattırmayı murad etti. Böylelik
le onlar nezdinde, ahiret yurdunda tekrar cennete girmelerinin değerinin
daha da büyümesini sağlamış oldu.
Aynı şekilde Yüce Allah, onlara emirler vermeyi, yasaklar koyma
yı ve onları denemeyi murad etti. Cennet teklif yurdu olmadığı için de
onları yeryüzüne indirdi. Böylelikle kendilerini emirler verip yasaklar
koymadan ulaşılması mümkün olmayan en üstün sevap ve mükâfatlar ile
karşı karşıya bıraktı..
Yine Yüce Allah, onları gayba iman etmelerinin söz konusu olacağı
bir yurda indirdi. Gayba iman ise asıl fayda veren imandır.
Şükrün en güçlü ve en büyük sebeplerinden birisi de kulun kendisinden başkalarını içinde bulunduğu mükemmellik ve iflah olmuşluk hâlinin tam zıddı bir durumda görmesidir.
Yüce ALLAH, Adem'in soyundan gelecekler arasından kendilerini veli/dost edineceği, seveceği ve onlar tarafından sevileceği kimseler
edinmeyi murad etti. Onların O'na besleyecekleri sevgi, onların mükemmelliklerinin en son mertebesi, şereflerinin de en yüce noktasıdır. Bu yüce
ve üstün mertebeyi ise ancak O’nun rızasına uygun hareket etmek, emrine
uymak, nefsin ise o sevdikleri yüce zatın hoşlanmadığı istek ve arzularını terk etmek ile gerçekleştirmek mümkündür. Bundan dolayı onları, kendilerine emirler verdiği, yasaklar koyduğu bir yurda indirdi. Onlar da O'nun
emir ve yasaklarını gereğince yerine getirdiler, böylelikle O'nu sevme derecesine nail oldular. O da onları, O’nun kendilerini sevmesi mertebesine
yükseltti. Bu ise O'nun hikmetinin mükemmelliğinin, rahmetinin eksiksizliğinin bir neticesidir. Zaten O c.c, el-Berr (pek iyi ve lütufkâr) ve Rahim (pek
merhametli) olandır.
Yüce ALLAH; sabredenleri, ihsan edicileri, yolunda saf hâlinde savaşanları, tevbekârları, her türlü şirkten, kötülükten, pislikten temizlenip
arınanları, şükredenleri sevdiğinden ve O'nun sevgisi türlü ikramların en
yücesi olduğundan, hikmeti gereği Âdem'i ve onun evlatlarını öyle bir
yurda yerleştirdi ki onlar, o yurtta kendileri vasıtasıyla sevgisinin en yüce
ikramlarına nail olacakları bu nitelikleri yerine getirecekler. İşte bundan
dolayı onların yeryüzüne indirilmeleri, üzerlerindeki nimetlerin en büyüklerindendir: “Allah, rahmetini dilediği kimselere tahsis eder." (Bakara 2/105)
Yüce ALLAH, Adem'i yeryüzünün tamamından aldığı bir avuç
maddeden yarattı. Yerde ise iyi, kötü, yumuşak, sert, değerli ve değersiz
olan şeyler vardır. Yüce ALLAH da Adem'in neslinde onunla asıl yurdunda beraber kalmaya elverişli olmayan kimseler bulunduğunu bildiği için onu, soyundan gelecek ve iyi ile kötüyü açıkça ortaya çıkaracak kimselerin
bulunacağı bir yurda indirdi. Sonra da onları iki ayrı yurda yerleştirerek
birbirlerinden ayıracaktır. Bu sebeple iyi olanları, kendi yurdunda kendisine komşuluk edecek ve kendisi ile beraber kalacak kimseler yaptı. Kötü
olanları da bedbahtlık yurdunun sahipleri yaptı. Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: “ALLAH, murdarı temizden ayırt etsin, murdarı birbiri üstüne
koyup hepsini yığsın da onları cehenneme atsın diye. İşte onlar, zarara uğrayanların ta kendileridir.” (Enfal 8/37)
Yüce ALLAH, onun soyundan gelecekler
arasında ona komşuluk yapmaya ehil olmayan kimseler bulunduğunu bildiği için onları, bu gibi kimseleri çıkartacak bir yurda indirdi ve böylelikle
bu gibi kimseleri de layık oldukları yurda yerleştirmeyi murad etti. İşte
bu, büyük bir hikmet ve yerini bulup gerçekleşen bir meşiet (dileme) ve
iradedir. Azîz ve Alîm olanın takdiri işte budur.
Onun cennetten indirilmesi bizatihi kemâle ermesi demekti. Çünkü
0, cennete en güzel hâlde geri dönecektir. Bundan dolayı Yüce ALLAH; hem
ona hem de onun soyundan gelecek evlatlarına dünyanın yorgunluklarını,
gam ve kederlerini, zorluk ve sıkıntılarını tattırmayı murad etti. Böylelikle onlar nezdinde, ahiret yurdunda tekrar cennete girmelerinin değerinin
daha da büyümesini sağlamış oldu. Çünkü her şeyin güzelliği kendi zıttı
ile ortaya çıkar. Eğer nimetler yurdunda yetişmiş olsalardı, cennetin değerini bilemezlerdi.
Nefis, bir şeyin tadını aldığında onu arzu eder.
Bundan dolayı kul, imanın tadını alıp imanın o güleç yüzü kalbinde iyice yer edecek olursa, onun imana olan sevgisi kalbinde kökleşir ve o ebediyen hiçbir şeyi o imanına tercih etmez…
Yüce Allah, yer için yağmuru ne kadar gerekli kılmış ise ilmi de kalpler için öylece gerekli kılmıştır. Yağmur olmadan yerin nasıl canlanıp hayat bulmasına imkan yoksa aynı şekilde ilim olmadan da kalbin hayat bulmasına imkan yoktur.