Beni sulu bir zindana kapattılar. Yanımda da azgın birini bıraktılar. Adamın son derece tedirginliğini ve geriye çekilir gibi davrandığını görüyordum. Ancak bir ara bana doğru adımlar atarak yaklaşmak istediğini anladım. Aniden kükredim. Ellerimle boğazını sıktım. Bütün avazımla "Bismillah, Allahuekber!" diyerek dişlerimi gırtlağına sapladım. Bir de baktım ki, ellerimden yavaş yavaş sıyrılıp baygın bir vaziyette yere yığıldı. Ağzından sabun köpüğü gibi sıvı kabarcıkları çıkarıyordu. Bu şekilde canavarı yere serdim. Leş gibi yerde uzanıyor, ağzından çıkan köpükler dışında nefes bile yok. Sonsuz acılar içinde kıvranan, yaralar içinde kalan ve kırbaçlarla her tarafı dağlanan ben, bu canavarı yere serdim. Her bakımdan yorgun, bitkin düşen, açlık, ızdırap ve işkence ile tanınmaz hale gelen ben, avlamak için gönderdikleri canavarı yere çaldım, Allah'ın izniyle.
Şanı çok yüce Allah, bana öyle bir güç verdi ki, avlanmaya gelen dev bir canavarı yere serdim. Çetin ve korkunç bir savaştı. Bu savaşta fazilet, rezaletin canavarlığına üstün geldi. Bu da ihlas sahipleri için doğruluk ve ilahi yardım müjdesiydi. Allah'tan başka ilah yoktur. O'na sonsuz şükürler olsun! Azgın tağutlar korkuyor ve yeniliyor. Demir parmaklar arkasında ve karanlık zindanlarda her şeyden yoksun bırakılan ilahî risalet sahipleri kalplerinde sakladıkları imanla muzaffer oluyor.
Sayfa 113 - Madve yayınları