... bütün bu dehliz hikayesinin de yalnız benim inandığım gülünç bir uydurma olduğunu düşünüyordum ve her ne olursa olsun, yalnız bir tünel vardı, karanlık ve tenha: benimki, çocukluğumu, gençliğimi, tüm yaşamımı içinde geçirdiğim tünel. Bu taş duvarlı saydam pasajların birinde de, bu genç kadını görmüştüm ve benimkine paralel öbür tünelde ilerlediğine safça inanmıştım, oysa, gerçekte, o, geniş dünyaya aitti;
tünellerde yaşamayanların sınırsız dünyasına.
Belki de, merakla benim garip pencerelerimden birine yaklaşmıştı ve benim çare bulunmaz yalnızlığımın görünümünü aralıktan görmüştü, ya da belki de tablomun dilsiz anlatımı ve gizemiyle
kafası bulanmıştı. Böylece, ben dar koridorumda
ilerlemeye devam ederken, o dışarda normal yaşamını yaşıyordu; şu dışarda yaşayanların sürdürdükleri ilginç ve saçma olan, içinde, baloların, şenliklerin, bayramların, uçarılıkların bulunduğu hareketli yaşam. Bazen, ben pencerelerimden birinin önüne geçtiğimde, _ onun da orda beni beklediği olurdu, suskun ve kaygılı; (neden beni beklerdi? Hem ne diye suskun ve kaygılı?) ama bazen da zamanında gelmediği, ya da bu zavallı mahpus varlığı unuttuğu olurdu ve o zaman, yüzüm cam duvara yapışıp yassılaşmış, onu uzaktan, kaygısız, gülümser ya da dansederken görürdüm, en kötü olanı da, onu hiç bir yerde göremez ve yasak ya da rezil yerlerde hayal ederdim. İşte o zaman, yazgımın, hayal ettiğimden pek çok daha yalnız olduğunu hissederdim.