Merhabalar harflerin gölgesinde yürüyen dostlarım. Şükrü Erbaşın "Pervane "sini okuduk ve buradayız . Daha önce bir kaç şiirini okumuştum. Bu kitapla kendisini daha yakından tanıma fırsatım oldu. Hayal dünyası geniş bir şairle tanışmanın mutluluğunu yaşıyorum. Hemen kitaba geçiyorum. Kitap
Bertrand Russell 'ın şu mükemmel cümleleriyle başlıyor. "Üç tutku yönlendirdi hayatımı: Sevgi açlığı, bilgi arayışı ve başkalarının acılarına yönelik dayanılmaz merhamet. Aşk ve bilgi göklere yükseltti ama merhamet her seferinde çekip yere indirdi beni". Bir kitap için güzel bir başlangıç cümlesi olmuş.
Şükrü Erbaş'ın şair vasfını sonuna kadar hak eden bir şahsiyet olduğunu düşünüyorum. Kelimeleri iğneyi iplikten geçirir gibi dizmiş. Yarısı bulutlara yarısı da okurlara dönük bir kitap olmuş. Bu da okurları biraz zorlayabilir. Ayrıca yazarın alıntılar yapıp kendi hayal dünyasında harmanlaması da kitaba güzellik katmış. Kitaptan bir kaç alıntı yaptım. Buraya beğendiğim bir kaç söz bırakacağım.
* Harflerin yalnızlığı gecenin yalnızlığından büyük.
*Kendini sevemeden kimseyi sevemezmiş insan. ( Tersten okunca da aynı kapıya çıkıyorsunuz.)
*Ben yola âşığım
çünkü üstünde tanıştık
ayrılıktan sonra da
süren yola...
Şiirin bizleri teslimiyet şuuruna ulaştırması dileğiyle hoşça kalın.
Okuduğunuz için teşekkürler. Hayırlı okumalar.
PervaneŞükrü Erbaş · Kırmızı Kedi Yayınları · 20215,2bin okunma
''Sonra anlıyorsun inandığın her şeyin yalan olduğunu. O zaman fark ediyorsun, aslında güveneceğin hiçbir şey yokmuş. Boş yere inanmışsın işte...''
(Şahsiyet)
"Belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yani hâfızanın ambarındaki maskelerin zenginliği ve tesadüfü, onların birbiriyle yaptığı terkiplerin bizi benimsemesidir."
Hatice, ferdiyetini, sevdiği insanın şahsiyet ve ferdiyeti içinde eritip kaybetti. Artık kendisi için fikir, şu veya bu mantık ve usûlle muayene ve mütalâa edilecek bir şey değil, sadece O'nun fikri... Arzu O'nun arzusu, irade O'nun iradesi...
İşte aşk: zapt ve fethedici, insanı öz hüviyetinden sıyırıcı ve kendinde kutuplandırıcı aşk budur. Ve gerçek sevgi, bu kudret ve hikmete ulaşamadıkça mevcut değildir.
Hatice O'nu sevdi ve bu sevgide Allah sevgisine geçit buldu. Zaten O, Allah sevgisinin kapısı... O'nu seven Allah'ı sever.
Şehrin büyüklüğü arttıkça, dindarlık azalmaktadır", daha doğrusu, insanda yabancılaşma etkisi yaratan şehircilik unsurları yükseldikçe dindarlık seviyesi düşmektedir. Çünkü şehrin büyüklüğü arttıkça üstündeki gök daha az görünür olur, doğa ve çiçekler de azalır, duman, benzin ve teknik araçlar artar, şahsiyet azalır, gittikçe kitleye doğru indirgeniriz. Şehir ne kadar büyükse, suç oranı da o kadar büyüktür. Dindarlık şehrin büyüklüğü ile ters orantılı, suç doğru orantılı bir yol izler. Bu iki fenomenin sebebi ortaktır. İkisi de, tatbiki, "yaşanmış estetik" olarak adlandırabileceğimiz şeyle doğrudan bir bağ içindedir.
Her kitap, bazen gerçek bazen hayali kişilerin hikayesidir.Benim okuduğum bu kitap hayran olduğum bir şahsiyet, imanını göğsünde zırh gibi taşımış Allah Resûlü’nün iman neferlerinden biri olan Sa’d bin Ebu Vakkas ‘ın hikayesi.Hayatını okurken cesaretine, imanına olan bağlılığına, bu imanın kendisine verdiği tevazu ahlakına hayran olmamak elde değil.Nedense Sa’d bin Ebu Vakkas’ın hayatını okurken onun imanının günümüze yansımış hali olan Filistin’in dip diri imanına sahip olan Müslümanları aklıma geliyor.Sahabe neslini o kadar hatırlatıyor ki bu hakiki iman sahibi Müslümanlar, onlara bakarken sahabenin Allah ve Rasûlu yolunda bir an bile düşünmeden canlarını feda etmelerini Filistinli Müslümanlar bizlere öyle güzel gösterdiler ki onlara bakınca kendi Müslümanlığımızdan utanmamız gerekiyor.Onların eriştiği mertebeye hiçbir zaman ulaşamayacağımızıda gösteriyor.Okuyan herkesin bu kitap ile imanların tazelenmesi ve hakiki bir İslam şuurunun oluşması duâsı ile vesselam….
Ömrünü insanlığa adamış bir şahsiyet, Şifa Hastanesinin ünlü cerrahı, Profesör Doktor Adnan Bursh, kasım ayında israil askerleri tarafından kaçırılmıştı, aylar süren işkencelerin ardından öldürülerek Şehit edildi, tüm dünya bu vahşetin hesabını soramayacaksa, yazıklar olsun !
Irkçılık-Turancılık Davası ve Dış Politika: Hem sanıklar, hem de birçok araştırıcı, Irkçılık-Turancılık Davası'nı, hükümetin dış politikasıyla ilişkili saymışlardır. Reha Oğuz Türkkan, yabancı araştırıcıların ve basının bu yöndeki görüşlerini aktarır: "Prof. Edward Weisband, 1974'te yayınlanan '2. Dünya Savaşında İnönü'nün
Türkiye, Avrupa tehdidine karşı kendini korumak için Batılılaşmıştır. Japonya, Amerika’ya en yakın Asya ülkesidir. Japonya, ABD tehdidine karşı kendini korumak için Batılılaşmıştır. Japonya’da imparator, siyasi iktidardan ziyade manevi bir otoriteye sahiptir. Osmanlı padişahları da kutsal birer şahsiyet, birer “halife” olarak hürmet ve itaat görmüşlerdir. Japonlar imparatora, “Mikado” derler. Bu tabir, Japoncada “Yüce Kapı” anlamına gelir. Türkler, padişahın mevkisini “Bab-ı Âli” diye anarlar. Bu tabir de, Osmanlı Türkçesinde “Yüce Kapı” demektir.
İnsanların binde birinin bile şahsiyet sahibi olmadığını gözlemlemek bizi haklı olarak üzebilir: Hemen hepsi hem davranışlarının bütünü bakımından, hem de tek tek eylemlerinde, ipleri onlardan inanılmayacak ölçüde daha kudretli bir kuvvetler bütününün elindeki kuklalara benzer. Kendilerine ait bir hayata, sel sularının içine attığım ve niçinini, nasılını bilmeden sürüklenip giden tahta parçasından daha fazla sahip değiller. Ünlü bir benzetmeyle söyleyecek olursak hepsi, kendi hareketlerinin farkında olan, ama onları döndüren rüzgarın farkında olmayan rüzgargülleri gibi hareket ediyor.