Virginia Woolf’un “Şiir olmayan bir şey edebiyata niçin girsin. “ sözleriyle başlamak istiyorum bu şiirsel romanı anlatmaya .
Şiirsel roman demişken sahi nedir bu şiirsellik? Bizi böylesine büyüleyen , gerçekleri açıklamak yerine imâ eden , sezdiren düşsel bir duygu denizi mi?
Bir edebi eseri okurken beni en çok etkileyen şey işte bu duygu
Fransız sürrealist şair Jacques Prévert 'in (4 Şubat 1900 - 11 Nisan 1977)
Şiirler adlı seçkisini Sabahattin Eyüboğlu çevirisiyle okuduğumda, tıpkı bir zamanlar olduğu gibi, yüreğimde düşünmeye başladım. Şiir peşine düşmek oldukça güzeldir ve bir şairin kapısını aralayıp onunla bağ kurarsanız kapıyı içeriden
İngiliz edebiyatı bin yıldan uzun bir zaman dilimini kapsar. Sürekli değişen ve gelişen eserlerden bir koleksiyana sahiptir.
İşte bu eser, bin küsür yıllık İngiliz edebiyat tarihine yön vermiş önemli kişileri ve eserlerini çok fazla derine inmeden, kafa kurcalamadan, sıkmadan akıcı bir şekilde belgesel izlermiş keyfi ile anlatıyor.
Bir çok
Aristoteles “ şairin görevi gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı ifade etmektir” demişti. Yine Poetika’nın başka bir yerinde de şu cümle var: “şair... nesneleri nasıl olmaları lâzım geliyorsa, o şekilde tasvir etmelidir."
Bir şairin yeteneği oldukça tehlikelidir. Çünkü yeteneğinin görevi hayal gücünü uyandırmak ve kışkırtmaktır. Şair büyük bir şeyi küçük, küçük bir şeyi ise büyük bir şey olarak gösterebilme becerisine sahiptir.
Osmanlı patrimonyal saray kültürünün gelişmesindeki önemi ortaya koyan bir kitap, Şair ve Patron. Osmanlı Devleti'nin temel yapı ve menşeinde görülen patrimonyal prensibin usta-çırak ilişkisinde olduğu gibi sistematik bir zemin üzerinde işlevsel hale geldiği belirtiliyor. Devlet-i Aliyye'nin Coğrafya gözetmeksizin zamanın ünlü sanatkar ve